Zaman Yaşlandıkça Kendisi Gençleşen Davanın Genç Mirasçıları
Erguvan Art & Academy Genç Yazarları
Hizmet Genci, gönül verdiği dâvâ uğrunda zorluklara göğüs germeye kararlıdır. Hedefine ulaştığında ise tüm başarılarını işin gerçek sahibine verecek kadar olgundur. Yüce Yaratıcı’ ya karşı çok edeplidir ve derin bir saygı besler. Hizmet ederken, herkesin öneri ve görüşlerini kıymetli görür ve mutlaka önemser. Her insana çok değer verir. Başarılarından dolayı takdir ettiği kimseleri asla putlaştırmaz. Rabb’in iradesine olan inancı son derece sağlamdır ve daima dengelidir. Tıpkı bir heyecan abidesi gibidir.
Ortada kalmış bir iş ile karşılaştığında, birinin o işi tamamlamasını beklemez. Herkesten önce kendini sorumlu hisseder. Hakkı savunup yükseltme konusunda yardıma koşan herkese karşı hürmetkâr ve adildir. Herkesi kucaklayan orijinal bir duruşa sahiptir. Beklediği fırsatlar ve imkanlar kendisine verilmediği, ona olan samimi güven ve inancın bütün bütün yok olduğu zamanlarda bile inancını ve ümidini asla kaybetmez; beklediğinden çok bir ilgiyle karşılaştığında ise alçakgönüllü ve hoşgörülü olur. Önünden yürüyen büyüklerine karşı son derece saygılıdır. Derin ve kopmaz bağlarla bağlıdır. Büyüklerinin tecrübelerini asla göz ardı etmez.
Hizmet Genci, sevdalısı olduğu yolun zorlu olduğunu baştan kabul edecek kadar gerçekçi ve basiretlidir. Karşısına çıkan engeller ne kadar büyük olursa olsun, onların üstesinden gelebileceği derin bir inanç ve yüksek bir azme sahiptir. Kendini adadığı dâvâsına tutkuyla bağlıdır. Bir bayrak yarışçısı olduğunu bilir. Kendisinden sonra Hizmet genci olmak için ardı sıra gelenlere, şerefle yüklendiği Hizmet genci olma emanetini en iyi şekilde teslim etmesi gerektiğini, müstakbel Hizmet gençlerine çok daha rahat hizmet zeminleri hazırlama sorumluluğunun olduğunu asla unutmaz. Gerektiğinde her şeyini feda edebilecek kadar sadıktır ve bu fedakarlıklarını bir daha dile getirmeyecek kadar da gönlü geniş ve samimidir.
Hizmet Bir Gençlik Hareketidir
Fethullah Gülen Hocaefendi, geleceğin dünyasında kara sevdalı gençlerin insanî düşünceleri bir kez daha aydınlatacağını; insanî ideallerin onlar sayesinde hayata geçip ve birçok hayalin, ütopyalara meydan okurcasına, onların gayretleriyle gerçeğe dönüşeceğini tekrar tekrar söylemiştir. (Gülen, 2002). O gençler ki, bütün peygamberlerin mutlak varisi ve insanlığın iftihar tablosu Nebiler Sultanı’nın da en has mirasçılarıdırlar (Gülen, 1990). O gençler ki, dünyanın kaderini değiştirme potansiyeline sahip olanların öncülerinden gelen, “O varsa yaşamanın bir kıymeti var, O yoksa yaşamaya da değmez.” mülahazasıyla varmanın değil, yolda olmanın ehemmiyetini burcu burcu kalplerine yediren delilerdir. (Gülen, 2020). On tane delinin on milyon insandan daha fazla şey ortaya koyabileceğini idrak eden bu gençler, en büyük sermayeleri adanmışlık olup yaşatma duygusuyla koştururlarken, bu işi zirvede temsil etme idealindedirler ve bu yolda ayaklarına takılan her türlü taşı ve batan her bir dikeni görmezden gelerek “Vira Bismillâh!” deyip yollarına devam ederler.
Bu deli ruhlu, hakiki mecnunların yetişmesinde, düşünülmesi gereken her şeyi derinlemesine düşünen, bilinmesi gerekenleri bilen, bildiklerini hemen hayata geçiren ve tüm ölü ruhları yeniden dirilişe hazırlama azmiyle, adeta dudağında sûr ile gezen İsrâfil gibi dolaşan; dolaşıp her yerde herkese hayat üfleyen büyüklerin varlığının gerekliliği muhakkaktır. Bu nedenledir ki, bu gençlerin “delileşmesi” adına, büyüklerin meydanı öyle bir yoğurması gerekir ki, gençlerin ifade yeteneği varsa söz gücüyle, eli kalem tutuyorsa kalemin diliyle, sanata yatkınsa sanatın desen ve çizgileriyle, şairse şiirin sihriyle, müzikle ilgileniyorsa farklı bestelerin ve melodilerin büyüsüyle her zaman ruhlarının ilhamlarını haykıran, her fırsatta içindeki duyguları dile getiren, dili gönlünün derinlikleriyle bağlı, gönlü de en yüce hakikate samimiyetle adanmış ruhlar olarak doğabilsinler (Gülen, 2002).
“Geleceğin [Dünyasını] kurmak isteyenler, her şeyi kanına ve canına emanet ettikleri gençliğin meselelerine karşı, lakayt kalamazlar. Büyük ve müreffeh, yepyeni bir dünyanın kuruluşunda, millet ve devlet bütün müesseseleriyle, bu çok nazik noktaya eğilme mecburiyetindedirler.” (Gülen, 1981).
Evet, gençler ne zaman ve nerede olursa olsun, içinde bulundukları toplumun geleceği adına sarsıcı bir rol oynarlar. Hocaefendi, gençlerini iyi yetiştirmeye gayret etmiş olan toplumların sürekli ilerlemeye devam edeceklerini, onları ihmal eden toplumların ise gerileme yaşayacaklarının kaçınılmaz olacağını vurgular (Gülen, 2011). Çünkü milletler canlılıklarını gençlik ile korurlar. Gençlik ruhunu kaybettikleri takdirde kılcalları kesilmiş çiçekler gibi dökülürler (Gülen, 1986). Gençler, Hizmet Hareketi’nin adeta aksiyon merkezidir. Hem toplumsal gelişmenin, hem de nesillerin devamlılığının ve yalnızca devamlılığın değil, özverili, birbirini yetiştirebilen, orijinal bir neslin var oluşunun önemi, işte tam da bu noktada devreye girmektedir. Gençlere, doğru zemin ve gerekli imkanları sağlayamayan bir toplumun, başarı ve istikamette istikrarı koruyamaması kuvvetle muhtemeldir.
“Dünden bugüne gençlik, defaatle ele alındı; gazete, mecmua ve hatta kitaplara mevzu oldu. Ancak bu ele almalar büyük bir kısmı itibariyle, suçlamalardan, şikayetlerden, teessüf ve telehhüflerden ibaret kalıyordu. Kimse, niçin böyle olduğuna temas etmiyor ve bu dev-meselenin halli üzerinde durmuyordu. Duranların da çokları, duymamazlıktan geliyor ve hatta duyulmasını istemiyordu.” (Gülen, 1981).
“Ben yıllardan beri bu davaya sahip çıkacak insanların gençlerden teşekkül etmesi için Rabbim’e dua dua yalvardım, yakardım ve halen yalvarmaya devam ediyorum”. (Gülen, 2011).
Hocaefendi’nin rotasını belirlediği bu davaya sabikunel evvelin olarak yine ilk gençler sahip çıkmıştır. Tarih boyunca zamanın nabzını tutan ekollerin yanında genellikle gençler bulunmuştur. Bunlara bir örnek de Antik Yunan ve Batı felsefesinin kurucularından Sokrates'in öğrencisi olan Platon’dur. Hazreti Musa’nın yanında Yuşa, Hazreti Mesih’in yanında genç havarileri ve Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in yanında Hz. Ali (r.a.) gibi daha nice genç Sahabe Efendilerimiz inandıkları bu yola baş koymuşlardır. Yakın geçmişimiz itibariyle ise 20. yüzyılda Bediüzzaman'ın yanında bulunan Hulusi Yahyagil ve Hüsrev Subaşı gibi gençleri, yine Şamlı Hafız Tevfik gibi ruhu genç rehberleri ve daha nicelerini görürüz (Gülen, 2011).
Gençlerin her daim aktif rol almalarının öneminin yanısıra, yaşanılan zamanın şartları da göz önünde bulundurulmalıdır. Her asrın bir ruhu vardır, dolayısıyla her asır kendine ait gereksinimleri ve farklılıkları ile doğar. Her yeni nesille birlikte değişen toplumun düşünceleri, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar ve istekler doğrultusunda şekillenir; bu da, topluma hizmet etmeyi amaçlayanlar için metot ve yöntemlerin yenilenmesine neden olur. Hocaefendi de bu konuya değinerek asrın gençleri olarak kendi yolumuzu ve konjonktürümüzü bulmamız gerektiğini ifade eder. Bu bağlamda hizmet edecek olan insanlar, aldıkları kararların hem yaşadıkları zamanın şartlarına hem de Allah (celle Celâluhu)’ın maksatlarına uygun olmasına dikkat etmelidirler (Gülen, 2019). Yine Fethullah Gülen Hocaefendi’nin satır arası ifadelerinde belirttiği gibi; delisi olunan davanın hakikatlerini aktarırken, zamanın renk ve desenlerine uygun yeni usül, üslup ve yöntemler denemediğimiz taktirde, hakikati matlaştırabilir, renk attırabiliriz.
Toplumların geleceğini belirleyecek olan gençlerin istikameti ise görecekleri talim, terbiye, kazanacakları ruh ve şuura bağlıdır (Gülen, 2011). Gençler, bulundukları yaş ve seviye itibariyle birbirlerinden farklı olacağından, her birisini aynı şekilde beslemektense bireyleri doğru analiz edip, seviyelerine göre eğitim vermek gerekir. Aksi takdirde o kişinin düşünce dünyasında tahribatlara sebebiyet verebilir (Gülen, 2011).
Elbette her bir çekinceden, mekan, dil ve kültür bariyerinden uzak olan bir şey var ise, o da şefkat timsali gönül ve Hizmet erlerinin gençlere şefkat dili ile yapılmış olan telkin ve yönlendirmeleridir. Büyüklerinden bir şefkat ile, güven ile, inanç ve motivasyon ile karşılaşıp; bir de kendilerinden beklenilen mefkurelerin yüceliği kendilerine yüzlerce kez telkin edilmiş bir neslin, Hizmet Hareketi'nin gaye-i hayallerine lakayt kalması hususu gerçekten çok düşük bir ihtimaldir. Nasıl ki Efendimiz çevresini yirmi yaşın altında birçok sahabe ile doldurmuş ve onlardan bazılarını dünyanın dört bir yanına dini tebliğ etmeleri için görevlendirmiş, bazılarının içinde Hz. Ebu Bekirlerin, Hz. Ömerlerin bulunduğu orduların başına kumandanlar olarak tahsis etmiş; öyle de bu dönemin kara sevdalıları, Hizmet erleri, Hizmet büyükleri de gençlere olan inanç ve güvenlerini ve onlardan bu dinin, dünyanın her bir zerresinde ve gerekirse uzaya merdiven dayanarak anlatılmasına dair beklentilerini her uygun ortamda ve zeminde yüksek tevekkülle içlerinde duymalı ve gençlere duyurmalıdır.
Yüce Mevlamız, peygamberâne bir yaklaşımla, hicret ederken yatağına Hz Ali’yi yatıran ruhu genç, lakin kendisi görmüş geçirmiş Hizmet erlerine elbette cihad etmek için parmakları üzerine çıkıp, boylarını uzun göstermeye uğraşan, Allah için ölmeyi de, Allah için yaşamayı da her şeyden üstün gören, çocuk yaşında kalbi kara sevda ile çarpan gençler, çocuklar, delikanlılar gönderecektir. Ve belki de göndermiştir de. Nasıl ki ibadet güzeldir, ama o gençlerde daha bir güzeldir; öyle de ibadetten, dinden uzaklaştırılmaya çalışılan; heva ve heveslerinin en yüksek derecede tetiklenmeye çalışıldığı bu yeni nesil için derinden bir ızdırap duyan büyüklerin ızdırapları ve bunu önleyip gençlere bir aidiyet şuuru oluşturmak için onlara yükledikleri vazife ve misyonlar da belki öyle değerlidir.
Hizmet’in Köklerine Dönüşü
Yolu ve Yolcuyu Tanıma
Uhuvvet ve Şahs-ı Manevi
Peygamberâne bir anlayışta, uhuvvet (kardeşlik) ve şahs-ı manevi (manevi birlik) kavramları derin birer mana taşırlar. Bu manaları idrak edebilmek için, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadis ve sünnetleri, Kur’ân’ı Kerim, Risale, Pırlanta gibi pek çok kaynak bize ışık tutmaktadır.
“Böyle teker teker fertlerin kerâmetleri olduğu gibi; bir de şahs-ı manevînin kerâmeti vardır. Tamamen bütünleşmiş, adeta tek bir insan haline gelmiş, bir “bünyân-ı marsûs” gibi olmuş insanların birlikteliğinin kerâmeti…” (Gülen, 2018).
Birbirimize müfritane bir irtibatla bağlanmanın, adeta tek bir vücut gibi birbirinden haberdar olmanın önemini bize Hocaefendi işte böyle anlatmıştır. Eğer bir organ hastaysa bunu bütün organlar hisseder ve bilir. Belki bu yüzden de içte tedavi, birlik ve ittifak ile mümkündür. Kalpten akyuvarlara kadar her organ ve her hücre beraber hareket eder. Öyleyse biz dahi dava kardeşlerimizle tek beden, tek vücut ahengini yakalamak, her daim iletişimde ve etkileşimde olma dengesini hayatımıza işlemeliyiz. Kur’ân ve sünnet birçok hususta bize dengeli olmamız gerektiğini söyler: Yeme içmede denge, uykuda denge, kelamda denge… Elbette günümüzde bireysel maddi manevi terakkinin inkişafı, bireysel kariyer ve başarı da çok önemlidir. Lakin bu konuda da çok dengeli olmak tavsiye edilirken; Bediüzzaman ise dengede tutulması gereken vasıflarla ilgili neredeyse tek bir hususu diğerlerinden ayrı tutar: İrtibat. Özellikle zamanın çıldırtıcılığının önümüze engeller çıkarıp durduğu böyle bir devirde, i‘lâ-yi kelimetullah gibi farzlar üstü farz bir meseleyi fertlerin tek başlarına gerçekleştirmesi imkan dahilinde bile değildir. Bu bağlamda, bir şahs-ı manevi, bireylerin bir bütün haline gelmesi için en yegane yoldur. Şahs-ı manevinin reçetesi de müfritane irtibattır. Bu hususta Hizmet kardeşlerimizle müfritane irtibat sağlanmalıdır. Bu irtibat Allah için olduğundan, aşırıya kaçılmasında bir sakınca yoktur.
“Bir hadisin ifadesiyle, “Şüphesiz mü’minler birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibidirler”. (Gülen, 2018)
Efendimizin göstermiş olduğu yolu izleyerek ve bu sözlerinden yola çıkarak uhuvvet ve müfritane irtibat konuları Hizmet kardeşleri arasında tekrar göz önüne alınmalı ve köprüler tekrar kurulmalıdır. Evet, zaman kardeşlik zamanı, zaman cemaat olma zamanıdır. Zamanın ruhunu yakalamak ise gençlerle ciddi bir dayanışma içerisinde, onlara uhuvvet ruhunu hissettirerek ve müfritane irtibatı sağlayarak mümkündür. Allah’a en yakın olanlar, peygamberâne ruhun temsilcisi olanlardır.
Buhranların yedi cehdden her yanımızı sardığı ve Allah’ın dünyayı tekrardan tabiri caizse sıkmaya başladığı bu ahir zamanda, tek başımıza Allah için ibadet edip diğer şeylerden el etek çekme, ikinci bir Rönesansı gerçekleştirecek Altın Nesil’in yapması gereken en son şeydir. Çünkü altın nesil odur ki, aksiyonları fikrin önündedir. Aslolan küheylanlar gibi koşmak, üveyikler gibi uçmak, bir boşluk varsa doldurmak, bir sorun varsa çözmek, koşarken çatlamak ve kendi dönemimizin Ebu Bekirleri (r.a.), Ömer’leri (r.a.), Osmanları (r.a.), Alileri (r.a.), Haticeleri (r.a.) Aişeleri (r.a.) Sümeyyeleri (r.a.)... olmaktır. “Ben orada olsam Hz. Nesibe gibi Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) önüne kendimi siper ederdim” diyebilen mert bir yürek olabilmek ve daha nice ilklerin şahs-ı manevileriyle şahlanmak, onların yüce cesaretlerini ve himmetlerini ta içimizde hissedebilmek, ve bu hissi bir emanet bilmektir. Öyle bir emanet ki bizi bulunduğumuz coğrafya ve yüzyıldan beri kılar.
Vefa ve Muhabbet
Aşk, Allah’ı tanıma ve bilme yolculuğudur.
“İnsan-ı kâmil ufkuna ulaşma yollarının en keskin, en kestirme ve en sıhhatli olanı aşk yoludur.” (Gülen, 2011)
Keskin (apaçık) oluşunu hak olan yolu hak olmayan yoldan ayırmasından, kestirme oluşunu netlik ve doğruluğundan, sıhhatli olmasını da O’na (celle celâluhu) ve O’nun (celle celâluhu) sevdiklerine ulaşma gayesinden alır. Hocaefendi günümüz yeryüzü mirasçıları için ikame ettiği heykelde mirasçının ikinci vasfı olarak Aşk’ı vurgular. Ayrıca, aşkı vuslatın eriştiği son nokta olarak ifade eder. Bütün imtihanların ve beklemelerin sonucunda varılan vuslat çeşmesinden kana kana içilen susamışlıktır aşk.
“Aşk; şiddetli sevgi, iptilâ, düşkünlük, kemal, cemal ve müşâkeleden dolayı duyulan aşırı muhabbettir ki, böylesine, daha ziyade mecazî aşk denegelmiştir.” (Gülen, 2011).
O’na (celle celâluhu) duyulan filizlenmiş muhabbet ve O’nun (celle celâluhu) bize duyduğu sonsuz muhabbet… O’nu (celle celâluhu) tanıdıkça artan; arttıkça daha fazla tanıma, bilme, anlama ve anlatma şevkinin yegane sebebidir aşk.
Böylesine bir aşk, önce Yaradan’a, Yaradan’dan ötürü de yaradılana duyulandır, çünkü Allah kendini bize farklı suretlerle hatırlatır. Hizmet kardeşliği içinde de aşkın ve muhabbetin yeri hatırlanmalıdır. Kardeşler arasındaki derin muhabbet, aşk-u şevk ve bağlılık, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yolunun vazgeçilmez bir unsurudur. Hizmet insanı olarak gençlere bu kıymetli mirası ulaştırmak gerekir. Bu konuda Hizmeti’n ilk gençleri ile yeni jenerasyon gençleri arasında bir köprü kurulmalı ve köprünün temellerinden birini de aşk, muhabbet ve hal dili oluşturmalıdır. Ancak ve ancak o zaman dil susar, kalp konuşur ve gönüller bu Hizmet sevdasını derinlemesine anlayarak yaşatır.
İnsan her yerde Rabbini görmeli, O’nu duymalı, O’nu aramalı ve yine O’nu bulmalıdır. Etrafına bakmalı ve her şeyi kendine bir ayine görmeli, mahlukatta kendini bulma arayışında olmalı ve bunu büyük bir muhabbet ve aşkla yapmalıdır. Nitekim Rabbinin yarattığı güneş; renk, dil, din, ırk, cinsiyet, zengin, fakir, yaşlı, genç, iyi, kötü tanımaksızın herkesi kucaklayıp ısıtırken, ahsen-i takvim, güzeller güzeli yaratılmış insanın güneşten daha azını yapmaya razı olması düşünülemez. İnsanlığın iftihar tablosu böylesine bir mefkureye sahipken, biz Hizmet gönüllülerinin de hal dilini ve aksiyonu gençlerle olan muhabbette bir pusula olarak görmelidirler.
Muhabbet bağı kurulurken yeryüzü mirasçılarına düşen gönülden bir
“Nerede olursan ol ve kim olursan ol biz sana geliriz!”
diyebilmektir. Bu bir manada Hizmet insanı olarak gidebileceğimiz her yere gitme, her kapıyı çalma, kalbimizde herkes için bulunan o muhabbete davet etme; gençler olarak gönlümüzde bir nağme gibi çalan O’na duyulan aşkı, muhabbet bardağı ile herkesle paylaşma şevkidir. Biliyoruz ki her değişim önce özden başlar. Kesret her zaman vahdete bağlıdır. Bir atomun titreşimi sonrasında çevresindekileri de etkiler ve onları da hareketlendirir. Bir sızıntı, ardından gelebilecek olan çağlayanı besleyebilecek gücü içinde taşır. Ve bu düşlenen bahar da ancak Hizmet’in baharına varmasıyla; etrafını laleden, gülden, karanfilden, yaseminden, erguvandan çiçeklerle Rabbinin huzuruna hazırlar gibi işler yapmasıyla mümkündür. Bu baharın çiçekleri ise, gençlerdir. Öyleyse özümüzü anlamaya başlamak ve Mevlana’dan Hocaefendi’ye gelen, Hizmet aşkıyla yeniden şekillenen bu sözü önce kendi gençlerimize söylemek ve daha da doğrusu bu sözü yaşatmak ve “Nerede olursan ol, kim olursan ol, muhabbetle, güvenle, teslimiyetle biz sana geliriz” diye haykırmak boynumuzun borcudur. Hizmetin bir esması olsa zannediyoruz ki bu Rabbimizin ‘Vedud’ ismi olurdu. O ki, Ya Vedud, seven, sevdiğini de sevdiren. O ki, tüm mahlukatın mahiyetini muhabbet üzere kılan.
“Geleceğin aydınlık ve mesut dünyalarını ancak, muhabbetle şahlanmış sevgi kahramanları kuracaktır. Dudaklarında muhabbetten tebessüm, gönülleri sevgiyle harman, bakışları insanî duygularla buğu buğu, herkese ve her şeye şefkatle gamze çakan; doğup-batan güneşlerden, yanıp-sönen yıldızlardan hep muhabbet mesajları alan sevgi kahramanları…” (Gülen, 2011).
Duydukları aşk ve muhabbetle harekete geçen bir neslin gençleri olarak, heyecan değirmeninden çıkan bu renkleri sonsuz olan bu paletin içine ekliyoruz. Hocaefendi gençlere bu güçlü duyguların en başında “mantıkla stratejik bir zemine oturtulması, yerli yerinde kullanılması ve sağlam bir projeye bağlanması”nın öneminden bahsetmekte (Gülen, 2015). Bu hususta gençlere düşen, Hizmet’in özüne gösterecekleri vefa ve geleceğe duydukları merakı harmanlayarak amatör ruh ile göğe dayanılan merdivenin basamaklarını ortaya konulan çalışmalar ile tırmanmak ve bu konuda düşünce ufkunda her daim Hocaefendi’nin öğütlerini bulundurmaktır.
Vefa, zümrütten tepelerin bir güzel çiçeği, insanlardan gelen en küçük iyiliklerin bile unutulmamasıdır. Vefa ve muhabbet, bu yüksek kardeşlik anlayışının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Vefa hissini başta Allah’a (celle celâluhu), sonra Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem), dinimize, insanlara ve gönül verdiğimiz davaya karşı duymak Hizmet insanı için bir ufuktur. Kâinatın mayası muhabbettir ve insanın yaratılışında da en büyük hikmet odur. Bu anlayış, Efendiler Efendisinin (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatında ve Sahabe Efendilerimizin yaşamlarında görebileceğimiz binlerce hadiseyle kendini bize zikrettirir. Sahabe, muhabbeti her şeyin ötesinde görmüş ve bu sevgi ve muhabbetle tüm varlığı mayalamışlardır. Çünkü muhabbetle vefa tohumları atılır ve o tohumlar nevbaharda yeni çiçeklerin açmasına vesile olur. Dolayısıyla Hizmet insanı olarak gençlerle muhabbeti kuvvetlendirme ve gönüllerinde vefa filizleri yeşermiş yeni nesil Hizmet erlerine bu kutlu sevdayı teslim etmelidir. Edilmeli ki kendini bu uğurda hiç düşünmeden feda edebilecek nice Ali’ler (r.a) yetişsin.
Şimdilerin Liderliği: İdeal Liderlik Anlayışında Hadimliğin ve Muhatabını Tanımanın Önemi
Her dönem, kendine has ekolleri ve liderleri bünyesinde barındırır. Toplumun ve zamanın fikirlerini taşıyan liderler, etraflarındaki gençlerin enerjilerini yönlendirmeleri sebebiyle dönem adına büyük bir öneme sahiptirler. Binaenaleyh, Hizmet orjinaletisinde liderlik kavramını incelerken, Hocaefendi'nin dile getirdiği hadimliği (hizmetkârlık) ve muhatabını tanımanın ehemmiyetini dikkate almak gerekir.
“Lider, insan sarrafıdır. O idaresi altındaki insanları herkesten çok daha iyi tanır. Kimi nerede, ne kadar ve ne maksatla kullanacağını; kime hangi işi gördüreceğini bilmeyen ve bunda isabet kaydetmeyen insan, kat'iyen iyi bir lider olmak şöyle dursun, sıradan bir idareci bile değildir.” (Gülen, 2007).
Efendimiz Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakiki liderliği, Hizmet’teki liderlik anlayışının dahası günümüzün ve geleceğin genç nesillerini güçlendirmede de bir mihenk taşıdır. Zannediyoruz ki O’ndan başkasının da önderlik ve liderlik kavramını bize duruşu, sözleri ve yaşantısıyla böyle güzel aktarması düşünülemezdi.
Tarihten Bir Ders: Tahir Efendi'nin Örneği
Liderlikte tevazu ve Hizmet’in derin etkisini gösteren tarihi bir anekdot, ilk meclis milletvekillerinden Tahir Efendi'nin yaşadığı bir olayla aktarılır. Sözünü esirgememesi ile bilinen Tahir Efendi, taraftarlarının ısrarı üzerine meydanlarda kısa ama öz bir konuşma yapar. Konuşmasında, liderliğin baskı değil, hizmet etmek olduğu manasına gelen şu sözleri söyler:
“Ey cemaat! Şunu biliniz ki, siz 'müntehibsiniz (seçen). Ben ise 'müntehab (seçilen) 'ım. Gideceğimiz yer ise, 'müntehabün ileyh'tir…” (Gülen, 2011).
Sanıyoruz ki bu ifade; liderliğin, özünde halkın güvenini kazanmış bir hizmetkâr olmak gerektiğini herkese hatırlatan bir ifadedir. Gerçek lider, evrensel hizmet etme bilinciyle hareket eder. Efendimizin “Her peygamber, kendi cemaatine peygamber olarak gönderilmiştir. Ben bütün insanlığa gönderildim.” hadisindeki beyanına binaen, Hizmetimizdeki her ferdi (Hizmet genci) kendini bu davaya adayan birer lider olarak görmeli, O’nun ümmeti olmanın bir insanlığın derdine derman aramak olduğunu idrak etmeli, gençleri topyekün kucaklamanın ve çehrelerde bir tebessüm oluşturmanın yollarını her an aramalı ve gece-gündüz bu ızdırapla yanmalıyız.
İçtimaî Yapı ve Lider
Hizmetin orijinalitesinde, liderlik makamı bir üstünlük nişanı değil, hizmet etme sorumluluğunu taşır. Dinimizde, yönetenler ile yönetilenler arasında karşılıklı sorumluluk ve hesap verebilirlik esas alınır. Hocaefendi,
“İslâm'da idare eden ve edilenler arasında hiçbir ayrım söz konusu değildir. Tavan ve taban bu içtimai yapıda iç içe girmiş bir bütünün parçaları durumundadır.” (Gülen, 2011).
diyerek bir konumda bulunmanın üstünlük anlamına gelmediğini vurgular. Bu parçalar, ancak bütün olduklarında başarılı bir toplumsal yapı sağlanır. Birbirlerini tanır, iletişimde olur, saygı duyar ve birlikte hareket ederler. Ne lider toplumdan uzak kararlar alır, ne de toplum liderine danışmadan harekete geçer. Fakat hem liderler hem de toplum açısından en az bu konu kadar önemli bir husus da vardır ki o da ortak akıl ile hareket etmektir.
"Efendimizin, bütün hayat-ı seniyyelerinde şûrâya verdiği önem ve değişik yaş ve baştaki insanların görüş ve düşüncelerine saygı da üzerinde durulması icap eden başlı başına bir mevzudur… [O], herkesin fikrini alır ve şûrâ yoluyla alternatif plân ve projeleri daha sağlam bir zemine oturtma yollarını araştırırdı. Bazen rey ve görüş sahiplerine birer birer düşüncelerini açarak, bazen de ashap-ı reyi bir araya getirerek kararların kolektif şuûra dayandırılmasına fevkalâde önem verirdi." (Gülen, 2014).
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) liderlik yaptığı dönemde, toplumun her kesiminden insanın fikirlerine değer vermiş, yaş ve statü fark etmeksizin herkesin görüşlerini dinlemiştir. Muhatapların, özellikle gençlerin, düşüncelerine değer vererek ve güvenerek, onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak elbette en doğru kararlara yol açar. Lider, gerek bireylerin birebir düşüncelerini alarak, gerekse grup halinde fikirlerin paylaşılacağı toplantılar organize ederek, herkesin görüşlerini dikkate alarak plan ve projelerini yürütür. Bu yaklaşım, toplumu lidere kenetler; rahatlıkla sorunlarını, fikirlerini ve duygularını paylaşabileceği bir merci olmanın güvenini hissettirir. Tıpkı sahabenin, Hasan Basri gibi genç bir alimin yeteneğini takdir ederek onun görüşlerine yönlendirmesi gibi, liderler de etraflarındaki gençleri çok iyi tanımalı, yapılan hizmetlerde işin ehli olan kişilere güvenmeli, onlara kendi yeteneklerini sergileyebilecekleri zeminler açmalı ve onların katkılarını önemsemelidir.
Liderlik Gelişiminde Muhatabını Tanımak
Muhatabını tanımanın en temel kaynağı, liderlerin sürekli mesul oldukları kişiler ile ilgilenmesi ve onlarla yakın bağ kurup gönüllerini kazanmasıdır. Zira İki Cihan Serveri öyle bir tespit ve analiz mucizesine sahiptir ki, kelimelerindeki ahenk bile muhatabına göre canlanır ve muhatabına göre bestelenir. Hocaefendi de, “Lider… sürekli insan unsuruyla meşgul olmalı” diyerek liderliğin halk arasında insanlardan bir insan olarak yapılan bir vazife oluşuna dikkat çeker. Bugünün liderleri, bu değerle gençlerle olan bağlarını güçlendirmeli, onların fikirlerini dinleyecekleri interaktif ortamlar ve kendilerini kanıtlayabilecekleri zeminler oluşturmalıdır. Kur’ân’dan bir örnek olarak “Her devirde Ashab-ı Kehf konumunda olan alperenler olacak ve bunlara başkaları da takılacak; duygu, düşünce ve inançta aynı çizgide olmasalar bile aynı mülâhazalar etrafında bu yolculuğu sürdürmede kararlı olacaklar.” Her devrin azimli gençleri bu davayı şekillendiren asıl aksiyona muktedir birer lider olarak kendini yetiştirmeye başlarsa, günümüzün problemlerinin üstesinden gelmemiz işten bile değildir.
“Lider, kadrosundaki elemanları çok iyi tanımalıdır. Kimi, neden mesul tutacağını; kimden neyi ve ne ölçüde bekleyeceğini; kime hangi işi tevdi edeceğini çok iyi bilmelidir. Bunun yanında o, plânladığı işlerin seyrini öyle ayarlamalıdır ki, ortadaki insan da, en aksiyoner insan da bu seyrin hızından rahatsızlık duymamalıdır.” (Gülen, 2006).
Bu usulle görev dağılımı yapılırken, gençlerin yetenekleri ve kapasiteleri en doğru şekilde tespit edilerek görevler etkin bir şekilde yerine getirilebilir. Örneğin bugünün zaviyesiyle, sanatla ilgilenen bir gencin yeteneklerini geliştirmesi sağlansa ve alanında proje üretmek ile vazifelendirilse, fenle ilgilenen biri fen bilimlerinde araştırma yapmak ve yüksek eğitim kazanmakla desteklense, sosyal medyayla ilgilenen gençlerin ise ilgili mecralarda tebliğ projeleri çalışmaları sağlansa ve bu hassasiyet ve incelikle gençler tekrar vazifelendirilse, zannediyoruz ki bunlar hizmetimizin zirvelere çıkmasına vesile olacaktır.
Gönülden Gönüle: Üslup ve İletişim
Kelam ve beyan, Rabbimizin bize verdiği sırlı bir anahtar gibi açılmadık kapıları açar ve sihriyle adeta gönüllere kendi dünyasının cevherlerini fısıldar. Daha önce de arz ettiğimiz gibi hareket ve aksiyonun merkezinde olan gençlerimizle iletişimi sağlamak da bu sihirli anahtarı kullanmakla mümkündür. İhlas ve samimiyetle yola koyulmakla birlikte gençlere aktarılan mesajlardaki üslupta ve iletişimde yapılabilecek şahsi hatalar yapacağımız işin mahiyetinin etkilenmesine, duraklamasına ya da yavaşlamasına sebebiyet verebilir (Gülen, 2011).
Kelam, ademoğluna Allah’tan gelen en etkili hediyedir ve insanın sosyalleşmesindeki ilk etkendir. İnsan sosyal bir varlıktır, bundan ötürü insanın insana olan ihtiyacı göz ardı edilemez. Nitekim Hocaefendi’nin de dediği gibi, ahlakın yalnızca bir insandan öğrenilebileceği gerçeği, kendini iletişimin inceliklerinde de göstermektedir. İki Cihan Serveri aynı zamanda bir söz sultanıdır. Efendimizin, Rabbimizin bütün isimlerini üstünde toplaması ve bütün sıfatların Efendimizde cem etmesi, O’nun Hatem-ül Enbiya oluşuyla da tam bir ahenk içerisindedir. Bu öyle bir ahenktir ki, O, Allahın Cemal ismiyle Cemallenmekte, Vedûd ismiyle Vedûdlanmakta, Nûr ismiyle Nûruna Nûr katmaktadır. Bu isimler O’nda öyle bir tecelli içerisindedir ki, etrafındaki tüm insanların galib-i esmalarını tek tek okşayan, kucaklayan bir birleştiricilikle herkesi anlamaya, hissetmeye, düşünmeye kabil bir üslup ve iletişim meziyeti doğurur. Ruhları derinden anlayabilme fazileti, iletişim ve üslupla genç muhataplarına hangi kelimelerle hitap edebileceğinden, nasıl bir tonlama ve tavır kullanımı yapılacağına ve nasıl gönülden gönüle bir bağ kurulucağına kadar bu aktarımın hangi yollarla yapılması gerektiğine dair bütün ayrıntıları içeren bir hassasiyet oluşturur.
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)... beşerin anlayış seviyesine mümâşat [ederek] hitap yelpazesini, herkesi içine alacak kadar geniş tutuyordu ve yerinde çocukla çocuk, gençle genç, ihtiyarla da ihtiyar oluyordu. İşte bu sistem ve bu ilâhî ahlâk, nebilerin sistemi ve nebilerin ahlâkıdır.” (Gülen, 2011).
Kelamı yine asıl Kelam sahibinden öğrenen Sevgililer Sevgilisi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmettinden olmak, bize bu sırlı anahtarla en açılmaz sandığımız kapıları açabileceğimizi hatırlatmaktadır.
Sözün gücü, cahiliye döneminde de o dönemin insanlarınca reddedilemez bir yere sahipti. Zira şairler, o zamanın sanatkârları olarak, Mekke’de önemli bir mesleği inkişaf ediyorlardı. Sözde ustalık bir meslekti, hatta sanattı ve bu sanat o zamanlarda dahi özel bir yere sahipti diyebiliriz. Kur’an-ı Kerimin şairane bir dil kullanması, bize yine kullanmamız gereken üsluba dair büyük ipuçları vermektedir. Vermektedir, çünkü Rabbimizin yaratmasının her an-ı seyyalede gerçekleşmesi, yaradılışın her daim devamlılığı bize Kur’ân-ı Kerimdeki ayetlerin her an yeniden ayetleştiğini gösterir. Bir ayeti okumak ve onu ayetleştirmenin arasındaki fark: O’nu yaşamak ve yaşatmaktır. Bizler, Rabbimizin ayetlerini ayetleştirmeye baş vermiş mecnunlar olup bu yolun delisi olmalıyız. Rabbimizin ayetlerini Hizmet’in her daim zikredilen ‘aksiyon insanları’ olarak yeryüzüne kazımalıyız. Zaten yeryüzünün mirasçılarından da ancak bu beklenir.
Cenâb-ı Hak, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’a hitaben, “Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alıp düşünür, öğüt dinler yahut hiç değilse biraz çekinir.” buyurarak her şeyden önce peygamberâne bir üslubu nazara vermiş; muhatap, Firavun gibi kalb ve kafası imana kapalı bir insan bile olsa, yine de hak ve hakikati “kavl-i leyyin” ile anlatmak gerektiğine işaret etmiştir.
Günümüzde bu incelikte bir insan olmanın zorluklarından size bahsedenler olacaktır. Fakat bilindiği gibi, şeytan inkar etmez, ancak ve ancak mazeret uydurur. Bu yüzden Hocaefendi en büyük günahın mazeret saydırmak olduğunu söyler. Nitekim tasavvufta da şeytanın insanı çekememesinin en büyük sebebi aşkıdır. Aşk bir heyecan işidir. Bu yol uğruna genç yüreklerde oluşan bahar heyecanına kör kalanlar bir bahar hezeyanına mahkum kalırlar. Fabrikasyon ve sistematik olan her şey bir gün unutulmaya vabestedir ve Hizmet bundan çok ayrı bir orijinalitedir. Bundandır ki, yapılan her iş amatör ruh ve profesyonel düşünceyle yapılmalı, heyecan ve dinamizm hep canlı tutulmalı, niyetlerimizi her saniye yenileme sathında olmalıyız. İnsan ki, bir şeye gönül verdi mi artık onun için dağlar tepe olur, kayalar küçük taşlara dönüşür, okyanuslar üstünden atlanıp gidilecek su birikintileri gibi toprağa karışır. İnsan ki bir şeye gönül verdi mi, ateşler ona gül, gülistan olur. Bu hususta, üslubumuz özellikle gençler olarak, her daim güller dağıtan bir zaviyede olmalıdır. Gül ki, ancak güller anlatır Onu.
Zamanı Okuma: Öze Sadakat ve Entegrasyon
Muhafaza ve Gelişim İkilemleri
Her şey Yüce Yaradan tarafından muhafaza edilir. Bu alemde de harikulade bir hafîziyet hüküm sürmektedir.
“İnsanı spermde, ağacı çekirdekte ve bir tavuğu yumurtanın hayat düğümünde muhafaza eden böyle bir Hafîz, insan gibi, kâinatın nokta-i mihrâkiyesi ve yeryüzünün halifesi bir sultanı öldükten sonra, başıboş bırakmayacak ve toprağa atılan bir tohum gibi, başka bir âlemde, ona şâyeste bir hayat bahşedecektir.” (Gülen, 2011).
Yüce Yaradanın kanunları ve ayetleri de aynı şekilde O’nun Hafız esmasıyla korunmaktadır. Bu durumda insanın tahribi dışında bu kanunları bozacak başka bir canlı da yoktur denebilir. Bu kanunları bozabilecek, taşkınlık çıkaracak tek canlı nasıl insansa; yine aynı zaviyeden, bu kanunlara sahip çıkıp onları koruyabilecek tek canlı da yine insandır. Gelişim her çağ devir atan ve medeniyetlere de devir attıran bir çark gibi hızla dönmektedir. Rabbimiz, dünyanın dönmeyecek olsaydı düşmesi kanunu gibi, hareket etmeyen her şeyin bir gün elbet söneceğini bize her saniye hatırlatmaktadır. Akmayan nehirlerin bir gün durması ve duran şeylerin zamanın pençesinde eskimeye ve kirlenmeye yüz tutması gibi Hizmetimizin ferdi ve toplumsal tüm değerlerinin de devamlı bir aksiyon ve işleyiş halinde olmasını destekler nitelikte bir orijinalite yakalamak hepimizin yegane amacıdır.
“Aslında kâinattaki bu yenileşme ve gelişme esprisini kavramadan ne hilkati, ne insanoğlunun misyonunu ne de insan gerçeğini anlamak kabil değildir.” (Gülen, 1996).
Hizmet kendinden orijinal bir harekettir. “Orijinal, kalıba sığmaz; sığarsa orijinal değildir” ve “Büyük çınarlar saksıda yetişmez.” kaidelerince; makalenin bu kısmında Hizmet Hareketi’nin orijinalitesinin muhafazası ve gelişirken yaşayabileceği ikilemlerde alması gereken duruşa değinilecektir. Dünyanın sürekli gelişen ve değişen çehresinde yaşanan yenilikler sadece dünyayı değil; dünyanın içinde yer alan farklı ideolojileri, akımları, ekolleri, toplulukları etkileyeceği gibi Hizmet Hareketi’ni de elbette etkileyecektir.
“Dünya son bir kere daha yenilenme sath-ı mâiline girdi. Her yerde yenilik düşleniyor, yenilik tasarlanıyor, yenilik konuşuluyor ve büyülü bir yenilik adına destanlar kesiliyor.” (Gülen, 1992).
Bu değişimler içerisinde Hizmet’in de tazeleneceğini, yeniden şekil alacağını, özünü koruyan bir çekirdeğin yeşermesi gibi yeşereceğini ön görmek, bu öngörüyü besleyecek bazı adımlar atmak ve nitekim yapılan öngörülere uygun icraatler ortaya koymak Hizmet insanının üstüne düşen ferdi birer sorumluluktur.
Bu atılması gereken ve atılacak olan yeni adımların belirlenmesinde hataya düşme payının olması teklif dahi edilemez. Toplum bünyesinde birbiri ardına gelen tahripler teşhis yanlışlığına -yani milletin bir nevi kan kaybetmesine- sebebiyet verebilir. Teşhis yanlışlığı yanlış tedaviye, yanlış tedavi ise günün sonunda kangrene sebebiyet verir. Bu yenilenme adımları, özden uzaklaşmak olarak algılanmamalı, aksine öze dönüş olarak görülmelidir. Öze dönme kavramı da bu hususta çok iyi anlaşılmalı ve algılanmalıdır.
Dönmeyi hedeflediğimiz öz, ırk veya kültür ile daraltılabilecek veyahut dışa kapanma ile sağlanacak bir ideal değildir. “O, dünü bugünle, bugünü de yarınla bir arada görme ve asırların birikimi kültür menşuruyla, ayıklanacakları çıkarıp atma, geride kalanlara da sımsıkı sahip çıkma demektir.” (Gülen 1985). Ayıklanacak şeyler de yine temelde bize ait olmadığı halde sonradan içimize sokulmuş yabancı değerler, bâtıl inançlar ve ruhî ve zihnî tekâmülümüzü engellediği halde eskiden beri benimsediğimiz bazı ölçütlerdir*. Sımsıkı sarılıp derinleşmemiz gereken hususların belki en önemlilerinden biri de geçmişle geleceği bağlayan bir köprü mesabesinde olan tarih şuurudur. Rabbimizin kainatta oturttuğu mikro plandaki hücre zarının dahi seçici geçirgenlik gibi bir özelliğe sahip olması, bize niçin mikroplarda bir düzenli işleyişin hususiyetlerine dair bir şeyler öğretmesin?
Bize düşen, milletimizin kültür ve manevi değerlerini, yabancı etkilerin sorgulanmadan içimize tesir etmesinden koruyarak; geleceği, geçmişin dersleri ve birikimi ile ince bir işçilikle şekillendirmektir. Hasılı, tarihsel bilinç ile evrensel ruhun korunması toplumda dejenerasyon ve erozyonların önüne geçerken başvurulması gereken göz ardı edilemez bir misyondur (Gülen, 1985).
“Geçmişsiz bir gelecek inşa edilemez. Bizi güçlü kılan ve yücelten, sahip olduğumuz manevi değerler ve köklerdir ve biz bu değerlere dayandığımız zamanlarda büyük başarılar elde etmiş, dünya sahnesinde etkili olmuş ve sözümüzü dinletmişiz.” (Gülen, 2022).
Ayriyeten, tarihi şuurla hareket etmenin rol oynadığı başarılara Batı tarihinden de Rönesans gibi örnekler vardır. 15-16. yüzyıl İtalya'sında, bilim, sanat ve felsefede büyük değişimlerin yaşanmasına yol açan, Antik Yunan ve Roma dönemine ait eserlerin incelenmesi ve bunların çeviriler yoluyla klasik bilgiye yeniden bağlanması olmuştur. Bu süreçte, geçmişin bilgeliği araştırılarak hümanizm ve deneysel düşünce canlanmış, matbaanın icadıyla da bilgi geniş kitlelere yayılmıştır.
Hizmette var olanı muhafaza ve var olanı geliştirmenin en önemli adımlarından biri olan öze dönmeyi ve bir yandan orijinaliteyi bozmamayı Hocaefendi’nin bize aktardığı şekliyle ele aldıktan sonra, yazımızın bu kısmında bazı çözüm yöntemlerine değineceğiz.
Kur’ân-ı Kerimin bize ilk öğretisi olan “Oku” ayetine kulak vermek, bunu doğru algılamak ve idrakini ilmen ve kalben duymak Rabbimizin bizi hikmetiyle sıyanet etmesine bir vesile olacaktır. Okuma eylemini yalnızca elimizdeki kitaplara atfetmek değil, kainat kitabına atfederek idrak etmek, mana anlayışımızı da güçlendirecektir.
“Zaten kâinatı bir kitaptan farklı görmek de adeta imkansızdır. Hele hele tekvînî emirlerde ilk yaratılan ‘kalem’ (1) olarak anlatılıp da, tenzîlî fermanda da ilk emir ‘oku’ (Alâk, 96/1) olursa…” (Gülen, 1979).
Bizler de Rabbimizin yeryüzü sahifesindeki kalemleri yani halifeleri olarak onun ahenkli sanatını yine onun mürekkebiyle nakış nakış işlemeye nazil, Üstadımızın da deyişiyle, Rabbimizin askerleriyiz. Nasıl ki zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) gençleşiyor, biz de bu hakikati müceddidlerin idrakımızı tazeleyen, şevkimizi kamçılayan anlatımları ile yeniden hatırlıyoruz; biz de her daim zamanın fen ve tekniği ile tüm ilimlerin asıl menbaı olan Kur’ân-ı Kerimi daha derinden anlama yollarını araştırmalıyız. Nitekim Hocaefendi’nin Yeryüzü Mirasçılarının Sekizinci Vasfı olarak belirttiği, lakin “Ancak şimdilik belli mülâhazalara binaen, Jülvern gibi: 'Bir kısım çevreler bizim kriterlerimiz içinde henüz böyle bir yolculuğa hazır değiller' deyip böylece bu mütalâamızı da noktalıyoruz.”, diyerek bitirdiği Sanata dair yazısını, 1994 yılında yazmış olduğunu göz önünde bulundurarak, en son vasfı artık kanatlandırmanın vaktinin geldiği belki bazı çevrelerce hala meçhul olsa da bizce yeterince açıktır (Gülen, 1994). Sanat ile de kainat kitabını Rabbimizin sanatı çerçevesinde okumayı, Kur’ân-ı Kerim’in bize gösterdiği ruh ufku ve metafizik gerilimi yakalamayı hedeflemeliyiz. Nitekim, başvurulabilecek en evrensel yöntemlerden biri de yine; var olanı, yeniden ve yeniden farklı şekillerde, insanlığı şaşırtacak ve heyecanlandıracak bir buudda onlara aktaracak olan sanattır.
“Sanatın takdirkâr kolları arasında yükselme şansını elde edememiş bütün güzellikler, hârikalar, kahramanlıklar hâfızalardan silinip gitmeye mahkûmdur.” (Gülen, 1989).
Evet, insan okuyacak ve okuduğu şeyleri bünyesinde farklı farklı süzgeçlerden geçirecek; belki damıtacak, belki onlardan yeni yeni nağmeler, kokular, renkler üretecek ve bu renklerle başkalarının sisli dünyasını aydınlatacaktır. Bu aydınlatma yapılırken kişilerin kendi iç dünyalarında şekillenen manaların evrensel bir şekil alabilmesi için istişare, yani ortak akla başvurmak yapılabilecek en güzel sünnetlerden biridir. Meşveretin tartışma olarak algılanmaması, birbirini rencide eden hitaplardan kaçınılması, işinin ehli kişilerce yapılması gerektiği de önemli hususlar arasındadır.
“Zira ‘müsademe-i efkârdan barika-i hakikat tecelli eder.’ Tartışmadan ise hakikat parıltıları değil, parçalanmalar, bölünmeler doğar. Çünkü münazarada insaflı olmak ve karşı tarafın düşüncesine saygılı kalmak asıl iken, tartışmada “dediğim dedik” mülahazasıyla hareket etmek ve karşı tarafı mahçup düşürmek de vardır.” (Gülen, 2015).
Bunun yanında bir işin altına herkesin elini koyması; Hacer-ü'l Esved taşının birden çok kabile tarafından taşınıp yerine yerleştirilmesi gibi, bütünleştirici bir etki oluşturmanın başında gelir. Bir Hizmet sevdalısının sözlerinde belirttiği gibi “İnsan ızdırapla doğurduğunun riskine girer, gerisini önemsemez.” Biz de ızdırapla inlemeli, inlerken de bize Rabbimizden gelen ilham ve manaları yakalamalı, onun büyüsünde, kalbi ve ruhu O’ndan gelen ilhamlara açık kullar olarak meşvereti en doruk noktasında bir beslenme kaynağı olarak görmeli ve bu yolda hiç durmadan devam etmeliyiz. Hocaefendi ızdıraptan bahsederken, ızdırap ve aşkın birbirinden ayrı düşünülemez vasıflar olduğundan bahsetmektedir. Yaşatmak için yaşamanın manifestomuz olduğunu hatrımızda tutarak Hizmetimizin ana dili: Aşk, Şevk ve Izdırap demeli, demeli ve bunları anlatmaktan ziyade yaşamalıyız. Hz. Ömer’in kendini unutup hısımlarını tanıyamayacak kadarlık delice ve tutkunca davasına olan bağlılığını kanımızda akan damarların en derinlerinde hissetmeli, hissedemiyorsak neden hissedemediğimize dair bir başka ızdırabı da belki bunun için duymalıyız.
“Yeni yetişen bir neslin bu ölçüde ızdırabı temsil edeceklerine inanıyorum. İnşallah, onlar siz olun! Izdırap tokmak gibi kalksın, insin beyninize! Şakaklarınızı tutup, insanlık aleminin dertleri için deli gibi dolaşın! Ruhunuzu sancılar sardığı zaman ızdıraptan ızdıraba sürüklenin! Ve hiç durmadan Allah’tan, ümmet‑i Muhammed’in kurtuluşunu dileyin!” (Gülen, 2016).
Evet, bu yolda ortak akılla, aşkla, şevkle, ızdırapla yürüyüp, hiç yılmadan kendi kalbimizin zümrütten tepelerine ulaşacak, o tepeciklerin yan yana dizilip sırt vermesi gibi bizler de birbirimize sırt verecek ve tek başımıza gerçekleştirmemize imkan olmayan nice ulvi gaye-i hayalleri birlikte gerçekleştireceğiz. Gerçekleştireceğiz ve elimizdeki en orijinal şeyi, Hizmetimizi muhafaza ederek gelişim ikilemlerine girmeden, kendinden emin adımlarla yürüyeceğiz. Zira Hocaefendinin da çokça zikrettiği mısralardaki gibi “Bu yol uzaktır / Menzili çoktur / Geçidi yoktur / Derin sular var” (Yunus Emre). Ve bir baharı düşledik hep birlikte, bir at koşturduk hep birlikte. “Yürüyorduk, hülyâlı baharlara art arda, Mânisiz, engelsiz. Her yanda kızaran erguvanlar arasında, Pür-şevk, gösterişsiz.” (Gülen, 2007).
Entegrasyon ve Ayrımcılık Sorunları
Entegrasyon, kelime manası ile “bir araya gelerek birleşme, bütünleme, uyum” demektir. Sıklıkla asimilasyon ve uyum kavramları ile bir arada kullanılsa da, aslında daha farklı bir anlam ihtiva eder. Hizmet sadece bir coğrafyada başlayıp oraya ait olarak kalmamış, evrensel değerleri özünde tutarak tüm dünyaya açılım sağlamıştır. Dolayısıyla entegrasyon konusundan bahsederken birkaç farklı zaviyeye değineceğiz.
Entegrasyon; dil, kültür, toplumsal vb. değerleri içerir fakat kuşaklar arası iletişim de onun yadsınamaz bir buududur. Asimile olmadan entegre olmayı hedefleyen Hizmet erleri de mutlaka meseleleri Yeryüzü Mirasçılarının vasıflarından biri olan “Yanlış ve doğruları kritik etmek” filtresi ile değerlendirmelidir. Makalenin bu kısmında öze dönüş ve entegrasyon konuları ele alınacak ve Hizmet gençlerinin sahip olması gereken vasıflar açıklanacaktır.
“Aklı başında olan insanlar, genç nesiller, kadın-erkek hepsi, şebâben ve şuyûhen (genciyle ve yaşlısıyla) entegrasyonda kusur etmemeliler.” (Gülen, 2019).
Hizmet Hareketi’nin özünü yansıtan, “Yeryüzü Mirasçılarının Vasıfları” ve “Hizmet İnsanı” gibi Hocaefendinin birçok eserinde yer edinmiş temel değerler, gençlerin hem bugünün hem de yarının “azimli”, “kararlı”, “olgun”, “dengeli”, “inançlı” ve “ümitli” liderleri ve kanaat önderleri olmaları için muntazam bir zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple entegrasyon, bu vasıfları içselleştirmiş gençlerin ve bulundukları, yahut ait oldukları toplumların birbirleriyle sahih ve kuvvetli bir rabıta kurmalarını sağlar. Fakat, bu yolda ilerlerken karşılarına çıkabilecek olan muhtemel sıkıntıları da Hocaefendinin bahsettiği “bu yolun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul edebilecek kadar rasyonel ve basiretli, önünü kesen cehennemden çukurlar dahi olsa geçebileceğine inanmış ve himmetli” kaideleri ile değerlendirmek gerekir. Hizmet gençleri, “bu yola baş koymuş kara sevdalılar olarak” kültürel asimilasyona uğrama tehlikesi ile her karşılaştıklarında, Hizmet insanı portresini hatırlamalı ve “kandan-irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı olmalı” ve yeniden küheylanlar gibi ayağa kalkmalıdır.
Bu sebeple zorlukları aşmanın yollarını aramak, arama yolunda istikrar sağlamak ve varıp hedefine ulaşma istikametinde olmak, Hizmet’in evrensel değerlerinin muhafazası ve bu değerlerin gençler tarafından özümsenerek istikbale taşınması için büyük ehemmiyet taşır.
Dil ve Kültürel Farklılıklar
Dil ve kültür, insanın sahip olabileceği en büyük zenginliklerdendir. Dil ve kültürel farklılıklar ise aslında bir engel olarak değil, bir hazine olarak görülmelidir. Dolayısıyla, bu farklılıklara sahip olunması, Hizmet Hareketi’nin genişleyen ufuklarında ve nesiller boyu aktarımında müstesna bir yer teşkil eder. Bundandır ki sağlıklı bir entegrasyonun önemi tekrar akla gelmektedir. Bizler, var olan temel değerlere sahip çıkarken yeniliklerle ufkumuzu aydınlatmalı ve gerek bulunduğumuz zamana, gerekse mekana uyum sağlamalıyız. Hocaefendi bu konuyu ifade ederken dikkat etmemiz gereken hususları da vurgular:
“Bulunduğumuz ülkelerin insanlarıyla uyumlu olma ve onlarla bütünleşmenin yanı sıra kendi değerlerimize can ü gönülden bağlılığımızı da muhafaza etmeliyiz. Antrparantez ifade edeyim: Entegrasyon, kendi değerlerinizi koruma şartıyla olmalı. Asimilasyona maruz kalmama adına, kendi dünyanızı -yine- derinlemesine yaşamalısınız.” (Gülen, 2017).
Öte yandan, Hizmetimizin ana kaynaklarının Türkçe olması, bazı zihinlerde Türkiye’de doğup büyüyen gençlerin bu hareketi daha iyi temsil edebileceği, önceliklendirileceği ya da ayrıcalıklara sahip olabileceği gibi bir kanaatin uyanmasına sebebiyet verebilir. Öğretilen değerlerin evrensel olduğu nazara alındığında ve irşad ve tebliğ hususlarının mahiyeti göz önüne alındığında dilin bir engel teşkil etmemesi gerekmektedir. Zira dil, sadece bir ifade aracı değil, aynı zamanda sahip olunan değerlerin ruhunu ve tohumlarını taşıyan bir polen görevi görmektedir. Hizmet gencinin vizyonu ve misyonu, her bir kelimenin ve ifadenin ardındaki hikmeti ve irfanı muhafaza etmek suretiyle, dilin bir bariyer olmaktan ziyade evrensel bir araç/vesile olarak kullanılması gerektiğini anlayabilmektir. Özümüze sadakatle bağlı kalırken, dilin bir zenginlik olduğu idrak edilmelidir ki, Hizmet’in evrenselliği yeşersin, filizlensin ve farklı bahçelerde çiçekler açsın.
Kuşaklar / Jenerasyonlar arası Entegrasyon
Yaşadıkları çağın hızla değişen ve dönüşen dinamiklerine ayak uydurabilen gençlerin tavırları, üst jenerasyondaki Hizmet erleri için yeni, farklı veya anlaşılmaz görünebilir; ancak hatırdan çıkarılmamalıdır ki, gençler kendi zamanlarının birer tezahürüdür. Onlar, içinde bulundukları çağın ritmini ve nabzını tutmakla birlikte değişim rüzgârlarının ilk esintilerinden de nasiplenmektedir. Aynı şekilde, zaman zaman Hizmet gençleri de Hizmet’in üst kuşaklarını anlamakta zorlanabilir ve bazen anlamak için gayret etmekten geride durabilir. Bu noktada, kuşaklar arası empati ve diyalog, birbirini dinlemek, karşılıklı duygu ve düşünce paylaşımında bulunmak Hizmet'in devamlılığı, canlılığı ve nevbaharda tohumlar atılıp taze çiçekler açmasına vabestedir. Hocaefendinin de sohbetlerinde belirttiği üzere:
“Gençlere onları gerçekten dinlemek istediğimizi ve yanlarında olduğumuzu hissettirmeli, duygu ve düşünce paylaşımına daha çok önem vermeliyiz.” (Gülen, 2021).
Sonuç olarak, sağlıklı bir entegrasyon ile, özünü koruyarak zamanın ruhuna adapte olunması, Hizmet gençlerinin evrensel hedeflerine ulaşmasında ve Hizmet insanı portresini korumasında, nesil, kuşak, kültür, dil ve benzeri farklılıkların engel teşkil etmeden irşad ve tebliğ vazifesinin devam etmesinde nabız tutan bir faktördür. Entegrasyonun çift yönlü bir öğrenme ve karşılıklı anlayış üzerine inşa edilmesi; Hizmet gençleri ile Hizmet erleri arasında sağlıklı bir diyalog ve empati köprüsünün kurulması, Hizmet Hareketi’nin temel hedeflerine ulaşmak ve öze dönüş için hayati bir rol oynar. Dolayısıyla, Hizmet erleri ve Hizmet gençlerinin birbirini anlama ve karşılıklı saygı temelinde bir araya gelmesi hedeflenmeli, Hocaefendinin çizmiş olduğu Hizmet insanı portresi, yeryüzü mirasçılarının vasıfları yeniden hatırlara getirilmelidir. Hizmet gençleri bu değerleri içselleştirip bir sonraki nesillere taşıdıkça, hem kendileri için hem de toplum için daha parlak ve daha umut dolu bir gelecek inşa etme imkanı doğacaktır. Geleceğin Hizmet liderlerinin omuzlarında yükselecek olan bu evrensel birlik, insanlığın ortak vicdanında ve değerlerinde hayat bulacaktır.
Belki bir zaviyeden, entegrasyonun manidar bir özeti, onu “halk içinde Hak’la beraber olma” mahiyetiyle değerlendirmektir. Özümüzde öyle bir derinleşmeli, öyle bir metafizik gerilim içine girmeli ve bu üzerimize yüklenmiş olan sahabe mesleğini öyle bir sahiplenmeliyiz ki, yaptığımız her işte pergelin bir ucu her daim O’nu gösterirken diğer bir ucu ile de dünyanın dört bir yanında O’na dair hakikatleri anlatmak için daireler çizmeliyiz. Semada semazenlerin yukarı dönük elleri ile O’ndan aldığı ilhamları aşağı dönük elleri ile diğer herkese iletmeyi temsil ettiği gibi, bizler de her daim O’nun ile dolmalı, öyle bir dolmalı ki artık taşmalı ve gönüllerimizin ilham, aşk, samimiyet, ve heyecanını zamanın fırsat ve yöntemlerini kullanarak, mekan ve kültürün gerektirdiği üslup ve yöntem ile bulunduğumuz tüm mekan ve ve zamanların insanlarına duyurmalıyız.
Yine Hocaefendinin üzerinde durduğu iki hakikat var ki iman ve aşkın temellerine ışık tutuyor ve gönüllerimize bizdeki bazı eksikliklerin buudlarını hatırlatıyor: İnsan tanıdığını, bildiğini sever ve “Kişi sevdiği ile beraberdir”. Bizler bilmediğimiz bir Allah’ın kulu ve derinlikleri ile tanımadığımız bir Resulün ümmeti olma yoluna girersek, nereye gidersek gidelim, O hakkıyla tanıyamadığımız özü koruyamayız. Nitekim, bir şeyin korunabilmesi için öncelikle onun mahiyeti ile kalplerde zuhur etmiş olması gerekir. Eğer ki Allah’a iman ve ona karşı aşk ve iştiyak dönemin potansiyel altın neslinde zaten baştan (bir kere bile) hakkı ile zuhur edememişse, bu nesil elbette ruhen çürümeye mahkumdur. Bir neslin ihyası da onlara gerçekten fikir ve gayretlerinin önemsendiği bir Hizmet ortamı içerisinde mühim vazifeler takdim ederken onlara sunulan o Hizmet yolunun erkanını Hocaefendinin ömrünü yaşayıp anlatmaya adadığı iman ve Kur’ân hakikatleriyle aşılamaktan geçer. Hocaefendinin dilinden Allah ve Peygamber aşkını duymaya muhtaç ve namzet bu nesil, o aşkı tattığı ve o aşk ile Hizmet dairelerinde aktif amel ettiği zaman kendi çizgisini bulacak ve ancak onu bulduktan sonra ondan ayrılmama adına sağlam bir duruşu her mekan ve zamanda gösterebilecektir.
İşte, bu gençler, işin ruh ve manasını buram buram kokladıkça büyüklerinden, tıpkı o ilkler gibi “Girdik reh-i sevdaya…” diyecek, zahmeti rahata tercih edecek ve ömürlerini gül dikmeye adayacaklardır. Bu davanın mihmandarı olan Hocaefendinin ekseninde dört dönecek, onun kadar gençleri iyi anlayan başka kimsenin olmadığını göreceklerdir. Hocaefendinin yüzündeki tebessüme, küçücük rahat bir nefese vesile her ne iş varsa yapmak isteyecek, Onun yüküne azıcık da olsa omuz atma, nefes olma hülyasıyla bu yolda hizmetlerine devam edeceklerdir. Zaten, bu yolda yürüyenlerin de yolda kaldıkları hiç görülmemiştir, görülmeyecektir de. Bu nedenledir ki, dönemin gençlerine içinde yaşadıkları dönemin müjdelenen altın nesiller olduklarını, bayrak taşıma sırasının onlara geldiğini, yani bu işin nihai tamamlayıcıları olduklarının hissettirilmesi elzemdir. Bir diğer yandan unutulmaması gerekir ki, bu gençlerin sesleri, nağmeleri farklı farklı olsa da, vicdanlarında duyup sezdikleri hep aynı mana olacaktır. Bu gençlerin seslerindeki rengi yankılaştırmak için onları heyecanlandırmak, Hizmet’in özündeki desenleri yaşatarak onları sürekli şaşırtmak çok önemlidir. Evet, bu gençlerin şaşırmaya, şaşırdıkça heyecanlanmaya ve hayret makamlarında gezinmeye ihtiyaçları vardır. Ki mirasçının ikinci vasfı olan aşk kanatlarını takabilsinler, nurdan çehreleriyle çöl çöl dolaşıp, en kurumuş noktasına bile denk gelseler, aşk yamaçlarında biriktirdikleri gözyaşlarını oraya döküp, ardı sıra yürüdükleri zât gibi, “gözyaşları gibi bir kaynağım olduktan sonra bu kuru çöllerin ne ehemmiyeti var” diyecek, her yere güller dikmeye ve her yanı yeşertmeye devam edecekler. Ve insanlık da gençler gibi gençleşecek, her taraf yeniden yeşerecektir Allah’ ın izni ve inayetiyle. (Gülen, 2002).
Biyografi
International Erguvan Art & Academy; başta ABD olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerinden; lise ve üniversite seviyesinde; heyecanlı, tutkulu, cesur, kendini geliştirmeye açık, hayal ve empati kurabilen, takım içi görev almaktan kaçınmayan, sanata meraklı ve reddedilemez gerekliliğine inanmış gençleri, dünya ölçeğinde bilim, kültür, sanat ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmek üzere bir araya gelmelerine zemin ve imkanlar hazırlayan, “Dünya’ yı sanat kurtaracak” mottosuyla, sanatın evrensel buluşturucu ve kaynaştırıcı gücüyle oluşturmayı planladığı network sayesinde, dünyanın neresinde olursa olsun, sanatın insan hayatında ve toplumlar üzerindeki etkin rolü ve önemine dair sanatsal ve kültürel farkındalık projeleri, faaliyetleri ve aktiviteleri yapan, kar amacı gütmeyen bir organizasyondur.