Kültür ve Sanat Çerçevesinde Gençlerin Dilinin Muhafaza Edilmesi

From HizmetWiki Türkçe (Açık)
Jump to navigation Jump to search

Profesör Dr. Mehmet Gümüşkılıç

Dil, Kültür ve Sanat: Bu üç kavram birbirlerine oldukça yakın kavramlardır.

  • Dil: İnsanlar arasında iletişimi temin eden tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar etrafında gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden meydana gelmiş içtimai bir müessesedir. Bir milleti oluşturan her fert; o milletin dilini, dinini, inançlarını, kültürünü, örf ve âdetlerini, hayata bakış tarzlarını ve zevklerini üzerinde taşır.
  • Kültür: Geçmişte yaşayan cedlerimizden tevarüs edilen maddi değerler bütünü, fertlere istikâmet veren, kimliğin oluşmasında çok önemli etkenlerden olan ve toplumu ayakta tutan bir güçtür.
  • Sanat: Duygu, düşünce ve tasavvurları etkili bir şekilde göze ve gönle hitap edebilecek tarzda söz, yazı, resim, el becerileri, heykel vb. ile ifade edebilme kabiliyeti; bir şeyi tam ve güzel yapabilmek için sahip olunan beceri ve ustalık; bir milletin veya bir topluluğun anlayış ve zevkine, yani kültürüne uygun olarak gelişmiş olan anlatım şekli ve buna dayanarak ortaya konulan eserlerin bütünü; el emeğine dayanan iş olarak tanımlanabilir.

Bu tariflerden de anlaşılacağı gibi dil olmadan ne kültür, ne de sanat ortaya çıkabilir. Kültür ve sanatın temel taşı dildir. Dillerini güzel, etkili ve zengin bir şekilde kullanan milletlerin kültürleri de sanatları da o ölçüde gelişir. Dilin maddi ve manevi yönleri vardır. Dil; maddi olarak bir eserin oluşmasında en önemli vasıta, manevi olarak ise söyleyiş ve kullanım şekillerinin etkisinden dolayı gönle, ruha, dimağa hitap eden bir unsurdur.

I. Bölüm: Kültür ve Sanat Ekseninde Dilin Önemi ve Kullanımı

a. Gençlerin Dilimizi (Türkçeyi) ‑Özellikle Yurtdışında‑ Kullanım Şekilleri ve Dilin Muhafaza Edilmesi

Dilimiz maalesef yurtdışında çok bozulmaktadır. Türkiye’de bile kendi diline ve kültürüne yabancılaşma had safhadadır. Her kelime bir dünyadır. Dilden atılan her kelime ile bir dünya kaybedilmektedir. Türkçede kullanım alanı bulamamış İngilizce kelimeler yabancı ülkelerde Türkçe konuşurken ve yazarken rahatlıkla kullanılmaktadır. idareci, rehber, veli toplantısı (tanıtım), kütüphane gibi kelimelerimizin yerine executive, mentor, open house, library gibi kelimeler ikâme edilmektedir. “My dad Amerika’da iyi bir businessman oldu.”, “Friendim tomorrow libraryde benim ile meeting yapmak istiyor.”, “So that tomorrow onunla libraryde get together olacağız.” gibi ne idüğü belirsiz cümleler maalesef gençlerimiz ve yetişkinlerimizin dillerinden eksik olmuyor.

Ayrıca özellikle yurtdışında yaşayan gençlerimizin çoğu maalesef kendi aralarında -içlerinde hiçbir yabancı olmasa dahi- İngilizce, Almanca vb. dilleri konuşuyorlar ve bu dillerle anlaşıyorlar. Türkçe kullanmadıkça da Türkçeyi unutuyorlar, kırık bir Türkçeye sahip oluyorlar, içlerinden bazıları da birkaç Türkçe kelimenin dışında hiçbir kelimeyi bilmiyor ve bunun neticesinde Türkçeyle hiçbir bağları kalmıyor. Bu durumu değiştirmenin ne kadar önemli olduğu günümüzde pek anlaşılmasa da gelecek yıllarda bunun farkına varılacaktır. Heyhat, iş işten geçer mi, bilinmez. Bu sebeple herkese büyük vazifeler düşmektedir.

Muhafaza kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir ve Arapçada ‘mufâ’ale’ bâbındandır. Sülâsî kökü (Üç harfli kökü ki, Arapçada kelimelerin kökleri çok büyük oranda üç harften oluşur.) ‘hıfz’dır. Bu bâba giren kelimeler genellikle ‘bir işi beraber yapma ve ortaklık’ belirtirler. Türkçede bunun karşılığı işteşliktir. Dolayısıyla dili muhafaza etme, bir kişinin vazifesi değildir. Kelimenin anlamından muhafaza işini birden fazla şahsın ortak olarak gerçekleştirebileceği çıkarılır. Yani dili muhafaza etmek herkesin görevidir, diyebiliriz. Eski, büyük ve çok güzel bir dil olan Türkçemizi muhafaza etme ve yeni nesillere aktarma en mühim işlerden birisidir. Yabancı ülkelerde yaşayan Türk çocuklarının, gençlerinin hatta yetişkinlerin o ülkelerde asimile olmadan, o ülkelere entegre olabilmesi için kendi dillerine sahip çıkmaları, önemsemeleri ve onu mutlak olarak korumaya çalışmaları gerekmektedir.

b. Gençlerde Dil Şuurunun Oluşması

Dilimizi, yani Türkçeyi muhafaza edip gelecek nesillere aktarmak en mühim vazifelerimizdendir. Gelecek nesillerin dilimizi yazıp okuyabilmeleri öncelikle temin edilmelidir. Göç edilen ülkenin de dilini en iyi bir şekilde bilmenin, yani iki dilli olmanın faydaları çoktur. Kendi kültür değerlerini kaybetmeyen insanların yaşadıkları toplumda asimile olmadan o topluma daha kolay entegre olmaları söz konusudur. Dil şuurunun oluşması ve dili muhafaza konusunda öncelikle ailelere büyük görevler düşmektedir. Bebeklikten itibaren özellikle anneler çocuklarına kendi ana dilini yerleştirmeli, onunla konuşup çocuğun ileriki yaşlarda dilini unutmaması için çok sağlam temeller atmalıdırlar. Çocuklar doğumlarından itibaren belki 5-6 yaşına kadar Türkçenin dışında yaşadıkları yabancı toplumun dilini öğrenmemelidirler. Zaten 6 yaşından sonra eğitim-öğretim ortamında çocuklar yaşadıkları toplumun dilini rahatlıkla öğreneceklerdir. Burada endişeye kapılacak hiç bir şey bulunmamaktadır. Ailelere Türkçeyi önemseme, çocuklarının Türkçe konuşmaları, okumaları ve yazmaları konusunda seminerler verilmeli ve aileler buna teşvik edilmelidir.

c. Kültür Mirasımızın Gençlere İletilmesi

Binlerce yıllık bir kültür mirasımız bulunmaktadır. En eski dile sahip milletlerden birisiyiz. Dilimizin ne kadar eski ve güzel olduğu gençlere aktarılmalıdır. Günümüzde çok yaygın olan İngilizce ancak 15. yüzyıldan sonra kültür sahasına çıkmıştır. Türkçenin ise en eski yazılı kaynakları 8. yüzyıla kadar inmektedir. Tarihte Türkler çeşitli milletlerle irtibat hâlinde olmuşlardır. Eski Türklerden itibaren Türkçeye birçok kelime geçmeye başlamıştır. İlk yazılı kaynaklarımız olan Orhun Âbidelerinde bile yabancı asıllı kelimelere rastlanmaktadır. Bu, bir dil için tabii bir durumdur.

Karahanlı Devleti’nin İslâmiyet’i devletin dini olarak seçmesinden sonra, Türkçeye Arapça kelimeler girmeye başlamıştır. 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin üstün yönlerini göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek gayesiyle Dîvânü Lûgati’t-Türk adlı kitabı kaleme aldı. Selçuklular devrinde ise, özellikle resmî yazı dilinde Türkçe hemen hemen hiç kullanılmamaktaydı. Selçuklularda resmî yazışma dili ve edebî dil Farsça, ilim dili ise Arapçaydı. Bugün, elimizde bu dönemden kalma az sayıda Türkçe kitap mevcuttur. Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra, Anadolu’da Beylikler döneminde ise Türkçe önem kazanmaya başladı. Bunda Beyliklerin başında bulunan beylerin Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmemeleri ve Türkçe kitap yazan âlimleri korumalarının önemli rolü vardır. Yine de Türkçe eser yazan âlimler “Türkçe eser kaleme alırken zorlandıklarını, o devrin devâsâ dilleri olan Arapça, Farsça karşısında Türkçe eser yazdıkları için ayıplanmamaları gerektiğini” söylerler. 13 ve 14. yüzyıllarda yaşayan Şeyyâd Hamza, Yunus Emre, Gülşehri, Hacı Bektaş Velî, Âşıkpaşa, Hoca Dehhânî, Tursun Fakîh, Ahmed Fakîh, Hoca Mes’ud gibi şairler ise Türkçecilik şuuruyla hareket etmiş ve mükemmel eserler meydana getirmişlerdir. Bu şairlerin ortak özelliği hemen hepsinin tasavvuf erbabı olmalarıdır. Yani Türkçe Ahmet Yesevî’den munkal bir gelenekle din adamları tarafından konuşulmuş, yazılmış ve korunmuştur. Tarikat şeyhleri ve müritleri Türk dilini âdeta yabancı dillerden muhafaza etmeye çalışmışlardır.

Dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde ise, Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçen kelimeler çok fazla değildi. Bu kelimelerin giriş hızı 15. yüzyıldan itibaren artmaya başladı. 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına kadar ise dilimize birçok Arapça, Farsça kelime girdi. Türkçenin, 11. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar Arapça ve Farsçayla mücadele etmek zorunda kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 20. yüzyılın başlarında ise Arapça, Farsçanın Türkçe üzerindeki hâkimiyeti azaldı. Bu da Türkçede kullanılan ve halkın anladığı kelimelerin dışındaki Arapça, Farsça asıllı bir takım kelimelerin, kaidelerin ve bir çok tamlamanın dilimizden çıkarılması neticesinde meydana geldi. Böylece Türkçe iyi bir mecraya girdi. Fakat 1930’lardan sonra başlayan öz Türkçecilik (yani uydurmacılık) hareketi ise bunu baltaladı. Bu hareket de hiç bir dayanağı olmadığı için fazla sürmedi. Burada şunu da söylemek gerekir ki, Osmanlı Devletinin resmî yazı dili Türkçeydi. Fakat Arapça, Farsçayı da bilenler vardı. Zannedildiği gibi halk ile aydın tabaka arasında da büyük bir uçurum yoktu. Belki de var olduğu zannedilen bu uçurum, günümüzden bile daha azdı. Yani Osmanlılar, Selçukluların aksine Türkçeye önem verdiler. Onların döneminde birçok Türkçe eser te’lif edildi. Bugün Türkiye’de ve dünyanın muhtelif bölgelerinde Osmanlılar döneminde yazılmış yüz binlerce Türkçe kitap bulunmaktadır. Demek ki, Osmanlılar Arapça, Farsçayı bilir, fakat anadilleri olan Türkçeyi ise her zaman kullanırlardı. Osmanlı Devleti tarih boyunca fethettiği ülkelerin halklarını Türkçeyi öğrenme konusunda hiçbir zaman zorlamamış ve sömürmemiştir. Bunun en büyük delili ise, günümüzde, eskiden Osmanlı coğrafyasında yaşayan milletlerin bir çoğunun Türkçe bilmemeleridir. Zaten Osmanlı memleketlerinde yaşayan halkların beslendiği hayat ve kültür kaynakları, aldığı terbiye ve temsil ettiği inanç sistemi, dünyadaki hiç bir milleti sömürge hâline getiremezdi.

Dünyada konuşulan bir takım dillerin değişik asırlarda diğer dillere üstünlük kurduğu görülmektedir. Meselâ, 17, 18 ve 19. yüzyıllarda Fransızca dünyaya hâkimdi. 20. yüzyıl ve günümüzde ise artık İngilizce bir dünya dili olmuştur. Dünyadaki pek çok farklı milletle iletişim kurmak isteyen bir kişinin İngilizce öğrenmesi lazımdır. Bunun bir çok avantajının yanında, dezavantajı da bulunmaktadır. Öncelikle yabancı bir dil öğrenen insan, o dilin arkasındaki kültürü de ister istemez almakta ve böylece o dili konuşan milletlerin tarihini, kültürünü, yaşayış biçimini de özümsemekte, neredeyse kendi millî benliğinden kopmaktadır.

Biz kültür mirası olarak; hâl-i hazırda yaşayan ve gelecek nesillere çok şey bırakan bir milletiz. Bunlardan bazı örnekler verelim:

  1. Orhun Yazıtları: Moğolistan’da bulunan 8. yüzyılda 3 büyük taşa Göktürk alfabesiyle nakşedilen ilk yazılı Türkçe kaynaklardır.
  2. Kutadgu Bilig: Yusuf Has Hâcib’in yazdığı bu kitap, İslami Türk edebiyatının ilk eserlerinden sayılmaktadır. Devâsâ bir eserdir. 6645 beyittir. Kitap, Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a 1069/1070 yılında sunulmuştur. Türkçe yazılan ilk siyasetnamedir. Arap alfabesi ve Uygur harfleriyle nüshaları bulunmaktadır. Bu kitap çok büyük oranda Türkçe kökenli kelimelerden oluşmaktadır.
  3. Dîvânü Lügâti’t-Türk: Kaşgarlı Mahmud’un kaleme aldığı bu eser Türk dili, kültürü, edebiyatı, tarihi, etnografyası, coğrafyası vb. bir çok saha bakımından önemi haiz devâsâ bir eserdir. Esere ‘Türk Dilleri Ansiklopedisi” denebilir. Kitap Arapça olarak yazılmasına rağmen bir çok Türk boyunu, pek çok Türk lehçesini göstermektedir. İçinde çok sayıda şiir atasözü, deyim vb. bulunmaktadır. Eser asıl olarak Türkçeden Arapçaya bir sözlük olarak hazırlanmıştır. Madde başı olan kelimelerin açıklamaları yapılırken halk içinden derlenmiş atasözü, deyim ve koşuklardan örnekler de verilmektedir. Eser, 1072 yılında yazılıp 1074 yılında ise tamamlamıştır. Kaşgarlı Mahmud kitabını 1077 yılında Bağdat’ta halife Ebü’l-Kâsım’a sunmuştur.
  4. Mevlana Celaleddin Rûmî: 1207 yılında Belh’te doğmuş ve 1273 yılında Konya’da vefat etmiş büyük mutasavvıf ve fikir adamıdır. Ünü asırları aşmış, günümüzde de dünyanın her yerinde tanınan birisidir. Eserlerini o dönemin İngilizcesi sayılabilecek Farsça ile kaleme almış. Müslüman, Hristiyan, Yahudi bütün din saliklerini derinden etkilemiştir. Mesnevi’si, Fihi Ma Fihi’si tanınan eserlerindendir.
  5. Yunus Emre: 1240-1320 yılları arasında Eskişehir ve Sakarya şehirleri civarında yaşamış olan ve şöhreti yüzyılları aşmış büyük bir mutasavvıf şairdir. O, adeta Türkçe tasavvuf dilini inşa etmiştir. Dîvân’ı ve Risâletü’n-Nushiyye’si bilinen eserleridir.
  6. Ali Şir Nevai: 1441 yılında Herat’ta doğup burada 1501 yılında vefat eden Türk Edebiyatı tarihinin en büyük müelliflerinden olan Ali Şîr Nevai eserlerini çok büyük oranda Çağatay Türkçesiyle kaleme almış ve etkisi yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Anadolu’daki pek çok edibi de derinden etkilemiştir. Bilinen 29 eseri mevcuttur. Hamse, Mecâlisü’n-Nefâis, Mahbûbu’l-Kulûb, Dîvân, Muhâkemetü’l-Lugateyn, Garâibü’s-Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Târîh-i Mülûk-i ‘Acem, Lisânü’t-Tayr, Mîzânü’ l-Evzân, Hamsetü’l-Mütehayyirîn, Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâimi’l-Fütüvve, Çihil Hadîs, Leylâ vü Mecnûn, Seb’a-i Seyyâre, Hazâinü’l-Ma’ânî, Bedâyiü’l-Vasat, Fevâidü’l-Kiber eserlerinden bazılarıdır.
  7. Piri Reis: 1465/1470 yıllarında Gelibolu’da doğmuş ve 1554’te Kahire’de vefat etmiştir. Kitâb-ı Bahriye adlı eseri, dönemine kadar gelmiş ve dönemindeki en güzel ve isabetli dünya haritasının bulunduğu bir eserdir. 1521 yılında te’lif edilmiştir.
  8. Evliya Çelebi: Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük seyyahlarından birisidir. 1611-1681 yılları arasında yaşamıştır. 50 yıl boyunca Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu Batı Asya’da gezmiş, gördüklerini ve yaşadıklarını 10 ciltlik Seyahatname adlı eserine aktarmıştır. Eseri büyük bir kültür hazinesidir. Hayatı boyunca 257 şehri gezmiştir.

II. Bölüm: Kültür-Sanatta Gençlerin İlgisini Çekebilecek Alanlar

Dil, Edebiyat, Tarih ve Sosyal Alanlar

Dil sosyal alanların anahtarı durumundadır. Gençler kendi dillerinin önemini ve büyüklüğünü kavradıkları takdirde, dillerine daha fazla alâka duyacaklardır. Özellikle Osmanlı Devleti döneminde Fransız ve İtalyanların Türkçeye verdikleri değeri ve Türkçe ile ilgili özellikle bu iki büyük devletin gramer, sözlük ve konuşma kılavuzları oluşturduklarını öğrendiklerinde, gençler kendi dillerine ehemmiyet vereceklerdir.

Edebiyat; dilin gelişmiş, adeta sanat eseri hâline gelmiş şeklidir. Tarihin eski dönemlerinden günümüze kadar Türkçe ile yüzbinlerce edebî eser meydana getirilmiştir. Türkçenin tarihî devrelerinden olan ve 16. asrın başlarından 19. asrın ortalarına, yani Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesine kadar devam eden Klasik Osmanlı Türkçesi döneminde Türkçe iki yönde gelişmiştir. Birinci yönde dili bir amaç olarak kullanma söz konusudur. Fuzulî, Bâki, Zatî, Nâilî, Nefî, Lamiî Çelebi, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi gibi entelektüeller, eserlerinde Arapça, Farsça kökenli kelimeleri bir hayli kullanmakla beraber, genellikle halkın anlayabildiği bir dille eserlerini kaleme aldılar. İkinci yön olarak ise, ağır bir dil söz konusudur. Özellikle mensur eserlerin dili bu dönemde oldukça ağırlaştı. Burada sanat gayesiyle yazılma durumu vardır. Nergisî, Veysî, Naimâ gibi müellifler eserlerinde oldukça ağır Arapça, Farsça kelime, tamlama ve şekiller kullandılar. Fakat şunu da belirtmeliyiz ki, en ağır dönemlerde bile Türkçenin cümle yapısı bozulmamıştır.

Tarih ve diğer sosyal alanlarda da dil işlenerek pek çok eser te’lif edilmiştir. Âşıkpaşazâde, Ahmet Cevdet Paşa gibi tarihçiler Türkçe tarih kitapları kaleme alıp tarihimize ışık tutmuşlardır. Yenileşme Dönemi denilen ve Tanzimat Fermanının ilan edildiği 1839’dan 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’e kadar devam eden bu devrenin en önemli özelliği; Tanzimat’tan sonra girilen Batılılaşma devresinin getirdikleri neticesinde, Batılı bir takım şekillerin dilimize girerek, dilimizin sadeleşmesidir. Batı edebiyatından alınan edebî türlerden roman, hikâye, tiyatro, makale, tenkit gibi türler bu devirde Türk yazısını etkilemiştir. Bu dönemde ayrıca Batıda çıkan bir çok gazete Osmanlı toplumunu da tesiri altına almış ve Osmanlı’da bir biri ardınca gazeteler çıkmaya başlamış ve yeni bir dil olan gazete dili meydana gelmiştir. Gazete dili sayesinde halka, halkın daha anlayabileceği bir dille seslenme gereği olarak Türkçede bir sadeleşme görülmüştür. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi sadeleştirme taraftarları sayesinde dil önceki döneme göre daha sadeydi. Bu dönemin sonlarına doğru, yani 1896-1901 yılları arasında, Servet-i Fünun dönemindeki dil anlayışı ise Tanzimat’ın dil anlayışından farklıdır. “Sanat, sanat içindir.” görüşünü savunarak yola çıkan ve Fransız edebiyatının tesiri altında kalan Servet-i Fünuncular, yüksek zümre edebiyatı yaparak, dilimize daha çok oranda Arapça, Farsça kelime ve şekillerle birlikte, Batılı biçimleri de yerleştirmeye çalışmışlardır. Yani bu kısacık dönem hariç bu devrede Türkçe sadeleşme yolunda ilerlemeye başlamıştır.

Müzik

Eski dönemlerden beri önemli bir musikî kültürüne sahibiz. Kanun, tambur, ney, ud gibi enstrümanlarla gönlümüzü okşayan pek çok müzik enstrümanımız bulunmaktadır. Musikimizin piri Abdulkadir Meragî olarak bilinir. O 1360 yılında bugün İran sınırlarında kalan Güney Azerbaycan’ın Meraga şehrinde doğmuş ve 1435 yılında Afganistan’ın Herat şehrinde vefat etmiştir. Itrî Efendi ve İsmail Hammâmîzâde Dede Efendi de çok önemli musikişinaslarımızdandır. Gençlerimiz Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve Hafif müzik çerçevesinde bu alanlarla meşgul olabilirler. İnsanlara ulaşmada müziğin çok önemli rolü vardır. Güzel sözlü ve sesli parçalarla insanların gönüllerine girilebilir. Gençler bu sanat dalıyla geçmişten günümüze bir kültür köprüsü kurabilirler. Farklı kültürlerde yabancı müziğe de ilgi gösterip kültürlerarası diyalog çalışmalarında kendi kültürlerini diğer milletlerin gençlerine tanıtabilirler. Bu çerçevede günümüzde belki de her gencin en az bir tane enstrümanı çalması beklenebilir.

El Sanatları

Kendi el sanatlarımız yabancıların çok ilgisini çekmektedir. Gençleri özellikle ebru, hat, tezhip, minyatür, çini, ağaç işlemeciliği gibi geleneksel Türk sanatlarına yönlendirerek farklı milletlerle irtibatlarını sağlayabiliriz. Hatla ilgili olarak şöyle bir söz vardır: Kur’ân-ı Kerîm, Mekke’de nazil oldu; İstanbul’da yazıldı ve Kahire’de okundu. Dolayısıyla hat sanatımız dünya çapındadır. Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, Hulusi Yazgan, Hafız Osman Efendi, Mahmud Celâleddin Efendi, Macid Ayral, Şekerzâde Seyyid Mehmed Efendi, Muhsinzâde Abdullah Hamdi Efendi, Mehmed İlmî Efendi, Kazasker Mustafa Efendi, Ahmed Karahisârî, Abdullah Vassâf Efendi, Necmeddin Okyay, Hamid Aytaç, Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu meşhur hattatlarımızdan bazılarıdır. Günümüz hattatlarından olan ve hâlen Hollanda’da yaşayan Muhammet Refiî Kileci de yüz yüze ve online hat dersleri vermektedir. Kendisiyle her zaman irtibata geçilip hat sanatına gençler yönlendirilebilir. Ebru sanatında da Şebek Efendi, Hatib Efendi, Hazarfen Edhem Efendi, Sami Efendi, Necmeddin Okyay, Bekir Efendi, Sami Okyay, Mustafa Düzgünman, Niyazi Sayın, Fuat Başar, Mesut Dikel gibi ebru sanatçılarımızın eserleri gençlerin ilgisini çekebilir. Sanat faaliyetleri için kültür merkezlerinde, okullarda ve gençlik merkezlerinde uzman kişiler tarafından kurslar düzenlenmeli, bu kurslarda kendi gençlerimize ve yabancılara yol açılmalıdır.

Resim

Batılılar kadar olmasa da bizim de bir resim kültürümüz vardır. Günümüzde resim sayesinde pek çok kişiyle görüşülebilmektedir. Osman Hamdi Efendi, Abdülmecid Efendi, Şeker Ahmed Paşa, Müfide Kadri, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İbrahim Çallı, Şefik Bursalı, Hikmet Onat gibi ressamlarımız gençlere tanıtılabilir. Gençlerimiz Batılı hocalardan resimle ilgili dersler de alabilirler.

Sinema

Günümüzde sanat alanı olarak belki de en önemli alandır. Artık herkes görsel sanatlara daha fazla ilgi duyuyor. İnternetin ve cep telefonlarının yaygınlaşması sosyal medya olgusunu meydana getirmiştir. Youtube’un televizyondan bile daha fazla seyredilmesi film ve dizi sektörünün yaygınlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Biz de kendi kültür değerlerimizi sinema vasıtasıyla yaymaya özen göstermeliyiz. Gençlerin profesyonel olarak sinemayla uğraşmasını sağlamalı ve bu konuda finansal yardımlarda bulunmalıyız. Sinemanın bizcesini yapmalıyız. Günümüzde fantastik sinema herkesin ve özellikle gençlerin ilgisini çekmektedir. Yüzüklerin Efendisi, Matrix, Harry Potter gibi filmler milyonlarca kişi tarafından seyredilmektedir. Ayrıca tarihî filmler ve diziler de herkeste merak uyandırmaktadır. Buradan hareketle, kendi kültürümüzden sinemaya aktarılabilecek yüzlerce eser bulunmaktadır. Olağanüstü hadiselerin yer aldığı gazavatnâmelerimiz iyi bir sinema tekniği ile izleyicilere sunulmalıdır. Emin olun, bu tür eserlerimiz Harry Potter kadar ilgi görebilir. Bunun yanı sıra, neredeyse bütün ömrünü seyahatlerde geçirmiş ve bu seyahatlerde gördüklerini ve yaşadıklarını on ciltlik muazzam eserinde kaleme almış Evliya Çelebi’nin başından geçenler belki 100 bölüm hâlinde dizi film yapılabilir. Efendimiz (sav) döneminin, dört halifenin, sahabelerin de filmi yapılarak İslamiyet’in dırahşan çehresi bütün dünyaya gösterilebilir. İbni Sina, Farabi, Birûnî, Uluğ Bey gibi yüzlerce âlimimizin; Mevlana, Yunus Emre gibi gönül mimarlarımızın; İbni Arabi, Abdulkadir Geylani, İmam Rabbani, Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Hocaefendi gibi toplumları derinden etkileyen ehl-i tasavvuf, fikir ve aksiyon adamlarının hayat hikâyeleri ve idealleri; etkileyici ve güzel bir sinema tekniği ile filme çevrilerek bütün dünyaya aktarılabilir ve bu filimler belli başlı dillere -başta İngilizce- tercüme edilerek Netflix gibi platformlarda yer alabilirler.

Belgeseller

Günümüzde herkesin canlı yayın bile yapabildiği Youtube’da belgesel sayılabilecek pek çok yayın ortaya konabilir. Gençler teknolojiden iyi anladıklarından dolayı bu konuya daha çok ilgi duyabilirler. Dünyada artık eskiye göre çok daha kolay seyahat edilebildiğinden, farklı kültürleri tanıma ve aktarma da rahatlıkla gerçekleştirilebilmektedir. Gençlerle beraber farklı ülkelere kültür gezileri düzenlenip bunlar belgesel şeklinde güzel bir çekimle dili iyi kullanan kişiler tarafından etkili bir şekilde dünyaya aktarılabilir. Bunun için kendi dilimiz (Türkçe) ve İngilizce kullanılmalıdır.

Tiyatro

Tiyatroya toplumumuzda eskiye nazaran daha az ilgi gösterilmektedir. Bu sanat alanı da oldukça önemlidir. Batı dünyasında, 100-200 sene öncesi kadar olmasa da tiyatroya Doğu dünyasına göre çok daha fazla önem verilmektedir. Batıda çocuk tiyatroları bile vardır. Tiyatroda dil, sanatlı bir şekilde kullanılarak seyirciler etkilenebilmektedirler. İslâm dünyasında sözlü kültür yaygın olduğundan tiyatro kendi öğretilerimizi aktarmada büyük bir vasıta olabilir. Gençlerimizin bu alana ilgi duymaları sağlanabilir.

III. Bölüm: Hizmeti İyi Anlama ve Aktarmada Dilin Yeri ve Ehemmiyeti

Dünyanın en önemli iyilik hareketlerinden birisi olan Hizmet Hareketi’nin temellerini atıp milyonlarca insanı etkileyip belki de imanlarını kurtarmalarına vesile olan Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin te’lif ettiği Risaleler ve Üstadın izinden giderek hareketini devam ettirip yayan ve bütün dünyada sulh adacıkları oluşturup dil ve renk ayrımı yapmadan herkesi içine almaya çalışan Hizmet Hareketi’nin prensiplerini kuvveden fiile, yani düşünceden aksiyona aktaran Hocaefendi’nin te’lif ettiği kitapların dili Türkçedir. Ayrıca Hocaefendi’nin binlerce vaazının, konuşmasının, konferansının, röportajlarının dili de Türkçedir. Gençlerimizin bu eserleri iyi idrak edip, içselleştirip, farklı dillere çevirerek diğer insanlara aktarabilmesi için iyi bir seviyede Türkçe okuyup yazabilmeleri, hatta Osmanlı Türkçesi de öğrenmeleri önem arz etmektedir. Bununla ilgili aşağıda bir takım değerlendirmeler yapılacaktır:

Üstadın Eserlerini Türkçe Kaleme Alması

Üstat Bediüzzaman Said Nursi Arapça ve Farsçayı çok iyi biliyordu. Ana dili de Kürtçe idi. Cenâb-ı Hak onun daha çok Batıdaki şehirlerde hizmet etmesini murat buyurdu. Hayatı boyunca pek çok sıkıntı çekmesine rağmen te’lif ettiği risâleler dünyanın her yerine yayıldı ve belki de milyonlarca insanın hidayetine vesile oldu. Türkçeyi bir görüşe göre dokuz yaşından sonra öğrenen Üstadın, eserlerinin çok büyük oranda Türkçe olması bize ve dünyaya bir işaret olsa gerek. Üstat Bediüzzaman Doğu Anadolu’da Medresetü’z-Zehrâ adında bir üniversite kurmak istemiş ve bunu proje hâline getirmiştir. Fakat bu teşebbüsü akîm kalmıştır. Bu üniversitenin dilinden bahsederken Üstat Arapçanın vacip, yani farz; Türkçenin lazım, yani vacip, Kürtçenin de caiz olması gerektiğini söyler. Buradan şunu anlayabiliriz ki, Üstadın Doğuda kurmak istediği üniversitenin eğitim-öğretim dilinde Türkçenin çok önemli bir yeri vardır. Bu üniversiteye hem Batıdan, hem Doğudan ve hem de İslâm dünyasından öğrenciler gelecektir.

Üstat te’lif ettiği kitapların bazılarında daha ağır bir Türkçe, bazılarında ise orta ağırlıkta bir Türkçe kullanmıştır.

Örnekler:

“Kur’an: Asırları muhtelif bütün enbiyânın kütüblerini ve meşrebleri muhtelif bütün evliyânın risâlelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyânın eserlerini icmâlen tazammun eden ve cihât-ı sittesi parlak ve evhâm u şübehâtın zulümâtından musaffa ve nokta-ı istinâdı, bi’l-yakîn vahy-ı semâvî ve kelâm-ı ezelî ve hedefi ve gayesi, bi’l-müşâhede saâdet-i ebediyye; içi, bilbedâhe hâlis hidâyet; üstü, bi’z-zârûre envâr-ı îmân; altı, bi-ilme’l-yakîn delîl ve burhân; sağı, bi’t-tecrübe teslîm-i kalb ve vicdan; solu, bi-ayne’l-yakîn teshîr-i akıl ve iz’ân; meyvesi, bi-hakka’l-yakîn Rahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân; makâmı ve revâcı, bi’l-hadsi’s-sâdık makbûl-ı melek ve ins ü cân bir kitâb-ı semâvîdir.”

“İşte şu zemîn bahçesinde bütün o süslü nebâtât ve zînetli hayvânât, muntazam sûretleriyle ve mevzûn şekilleriyle i’lân ediyorlar ki, biz bir tek Sâni’-i Hakîmin sanatından birer mu’cizesi ve birer hârikasıyız ve vahdâniyetin birer dellâlı, birer şâhidiyiz.”

Yukarıdaki metinlerden bir nebze anladığımıza göre; Üstadın dili aslında kendi döneminde yazılar kaleme alan entelektüellerin diline yakındır. Bazı yazarlar Üstat’tan daha sade bir dil kullanmışlardır. Bu dönemde (20. yüzyılın başlarından ortalarına kadar) Üstat Türkçeye girmiş Arapça ve Farsça kökenli tamlamaları ve kelimeleri eserlerinde kullanmıştır. Üstat İslâm medeniyetinin ortak kelimelerini eserlerinde sık olarak kullanırdı.

Hocaefendi’nin Türkçeyi Tavizsiz Bir Şekilde Kullanması ve Savunması

Üstadın en büyük muakkibi olan Hocaefendi de hayatının büyük bir bölümünü Allah’ın hikmeti olarak, Türkiye’nin batısında geçirdi. O, vaazlarını çok güzel ve etkileyici bir Türkçe ve üslupla milyonlarca kişiye aktardı, Türkçe pek çok kitap kaleme aldı. Hocaefendi’nin de Türkçeye ne kadar önem verdiği açıktır. O, konuşmalarında, vaazlarında ve kitaplarında Türk diline, kültürüne, tarihine, sanatına, musikîsine çok değer atfetmektedir. 10. yüzyıldan belki 19. yüzyıla kadar Arapça ve Farsça ile devamlı mücadele hâlinde olan Türkçenin neşvünema bulmasında, halk arasında yaygınlaşmasında ve çok sayıda Türkçe kitabın te’lif edilmesinde tasavvuf erbabının büyük rolleri vardır. Türk dilinin, Arap ve Fars dili ile boy ölçüşebilecek duruma gelmesinde çok büyük oranda tarikat şeyhlerinin, hocaların ve fakihlerin Türkçeyi entelektüel seviyelere getirmeleri ve Türkçe konuşan halka doğrudan hitap edecek derecede Türkçeye sahip çıkmalarının etkilerini görüyoruz. Yunus Emre, Ahmed Fakîh, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhânî, Gülşehrî, Âşık Paşa, Hoca Mes’ûd, Süleyman Çelebi, Şeyhî gibi dinî kişiliklerin Türk diline ne kadar hizmet ettikleri ortadadır. Geçmiş asırlara benzer şekilde günümüzde de bunun en büyük düşünürü ve uygulayıcısı Hocaefendi’dir. Onun, müktesebatına uygun olarak kullandığı Türkçenin ne kadar insanı etkilediği açıktır. Hocaefendi’nin teşvikiyle dünyanın birçok ülkesinde açılan okullar sayesinde Hocaefendi; Osmanlı devlet ve ilim adamlarının desteğiyle kurulup 1851-1862 yıllarında faaliyetlerini sürdüren Encümen-i Dâniş adlı Fransız Bilimler Akademisi örnek alınarak kurulan Bilimler Akademisinin tüzüğünde olan “Türkçeyi bir dünya dili hâline getirme” projesini kuvveden fiile geçirmiş ve Türk dili neredeyse bütün dünyanın bildiği, tanıdığı ve öğrenme isteği duyduğu bir dil hâline gelmiştir. Hatta Hocaefendi’nin ilmini, nezaketini, mütevazılığını, etkileyici üslubunu beğenen, takdir eden yabancılar Türkçeye ilgi duymaya başlamışlardır. Bunlardan birisi olan Prof. Dr. Martin Marty, 2015 yılında Hocaefendi’yi ziyaret etmesinin ardından Faruk Mercan’a şöyle diyor:

“Gülen ile konuşmamda yüzde yüz bir sekîne hissettim. O, çok mütevazı, kimseye tepeden bakmıyor; cömert bir ruhu var; başkalarını istifadesine hazır tutuyor. Bunu vaazlarında görebiliyorsunuz. Vaazlar genellikle tek yönlü olur. Ama Gülen, sanki karşıyı dinlermiş gibi ona göre konuşuyor. Keşke Türkçe bilseydim. Birçok kitabı bitirince kapatıp bırakıyorum, bitirdim diyorum. Ama Gülen’in kitaplarında bir karşılıklı konuşma var. ‘Hadi, karşılıklı konuşmaya başlayabiliriz.’ diyor.”

Rahmetli Faslı büyük âlim Ferit Ensarî’nin de Hocaefendi’yi çok takdir ettiğini biliyoruz. Hatta bazı arkadaşlar onun: ‘Ana dilim Arapça yerine Türkçe olsaydı ve böylece Hocaefendi’yi daha iyi anlayabilseydim.’ şeklinde bir ifadesinin olduğunu söylüyorlar.

Hocaefendi de eserlerinin bazılarında daha sade, bazılarında ise daha ağır bir dil kullanmıştır.

Örnekler:

“Huy, tabiat, seciye de diyebileceğimiz huluk; yaratılışın en önemli gayesi, cebr-i halkînin gerçek buudu ve insan iradesinin “halk” hakikati üzerinde ilâhî ahlak hedefli tasarrufudur. Bu tasarrufu iyi kullanıp “halk”a huluk urbası giydirebilen kimseye iyi işler bütünüyle kolaylaşır. Evet, halk da huluk da, aynı kökten gelir ve temel yapıları itibarıyla birbirinden farkı yoktur. Ancak “halk”; gözle görülen, dış duygularla idrak edilen suret, hey’et, şekil ve heykel ile alâkalı madde ağırlıklı mana olmasına mukabil, “huluk”; gönül ile idrak olunup hislerle duyulan ve ruhla temsil edilen bir öz, bir muhteva ve bir manadır.”

“Öteden beri Toprak, hep tevazu ve mahviyetin misali olarak zikredilir. Çünkü o, ayaklar altında ezilmesine rağmen insanlar ve diğer canlılar için -Allah’ın (cc) izni ve inayetiyle- hep bir hayat kaynağı olmuştur. Dolayısıyla insan da yüzü yerde olduğu, hangi konumda bulunursa bulunsun kendini hep sıfır gördüğü, Allah karşısında el pençe divan durduğu sürece yükselip meyve verecektir. Ancak o, büyüklük taslayıp havada uçmaya kalkıştığında ise er ya da geç tepetaklak yuvarlanıp gidecektir.”

Yukarıdaki metinlerden de az çok anlaşılabileceği gibi Hocaefendi bazı eserlerinde daha sade, bazı eserlerinde ise günümüze göre daha ağdalı -özellikle Kalbin Zümrüt Tepeleri adlı kitabında- bir dil kullanmıştır. O, konuşmalarında ve yazılarında İstanbul Türkçesini tercih etmiş; çocukluğu Erzurum’da geçmesine rağmen Erzurumluların şivesini hemen hemen hiç tercih etmemiştir. Hocaefendi vaazlarında ve kitaplarında karşımdaki insanlar beni anlayabilir mi endişesini taşımamış ve o güzel Türkçemizi muhafaza etme konusunda taviz vermemiştir. Hocaefendi günümüzde az kullanılan veya birçok insanın anlayamadığı kelimeleri ve tabirleri kullanarak bu kelimelerin unutulmamasını temin etmiştir. Böyle yapmakla entelektüel seviyeyi de yükseltmiştir. Arapça ve Farsça iyi bilmesine rağmen eserlerini Türkçe kaleme almıştır. Son yıllarda güzel Türkçemizin kuşa çevrilmesine karşı direnmiş ve konuştuğu dili neredeyse hiç değiştirmemiştir. Bu yönüyle Türkçe sevdalıları ona çok şey borçludur.

IV. Bölüm: Gençlerin Dilimizi Muhafaza Edebilmesi için Bazı Teklifler

Kimliği ve kimliği oluşturacak en önemli unsur olan dili muhafaza yabancı ülkelerde büyük ehemmiyet arz etmektedir. Bu konuda araştırmaları olan Teksas Üniversitesi College of Art and Sciences Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Sebahattin Ziyanak makalelerinde ve kitaplarında özellikle 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Osmanlı pasaportu taşıyan Türk, Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Gürcü kökenli 400000 kişinin Amerika Birleşik Devleti’ne göç ettiğinden, göç edenlerin 25000-50000’inin Türk olduğundan bahsetmektedir. Türklerin genellikle işçi olduklarını demiryollarında ve farklı işlerde çalıştıklarını; ilk gelenlerin kendi kimliklerini koruduklarını, orta neslin yavaş yavaş kaybettiklerini, üçüncü neslin ise hem dillerine hem de dinlerine bîgâne kaldıklarını vurgulamaktadır., Yani dili tamamen unutan toplumların asimile olması kaçınılmazdır. Bu topluluklar zamanla dinlerinden de uzaklaşıp ya dinsiz, ya da başka bir dine mensup olmaktadırlar.

Bu konuda Fethullah Gülen Hocaefendi, Beyan (İstanbul 2004, s.35) adlı kitabında “Dil, kültürün temel dinamiklerindendir. Milletlerin gücü, dil ve düşüncelerinin gücüyle doğru orantılıdır. Bir toplum dilde, düşüncede ne kadar zengin ise o kadar güçlü sayılır. Bir fert, kendi dilini ne kadar iyi kullanıyor ve başkalarıyla ne kadar rahat diyalog kurabiliyorsa o ölçüde kendi olarak kalmasını teminat altına almış demektir.” diyor. Ayrıca aynı kitabın 38. sayfasında da bu konuda: “Aslında dil de diğer ilimler gibi zatî değeri olan bir fenomendir. Hatta onlardan da önemlidir ve katiyen ihmal edilmemelidir.” şeklinde görüşlerini ifade ederek dile ne kadar önem vermek gerektiğini vurguluyor.

Biz de gençlerin Türkçeye önem verip onu muhafaza edebilmesi için bazı teklifler sunacağız:

İki Dillilik

Dilimizi, yani Türkçeyi muhafaza edip gelecek nesillere aktarmak en mühim vazifelerimizindendir. Gelecek nesillerin dilimizi yazıp okuyabilmesi evvel emirde temin edilmelidir. Göç edilen ülkenin de dilini en iyi bir şekilde bilmenin, yani iki dilli olmanın faydaları çoktur. Kendi kültür değerlerini kaybetmeyen insanların yaşadıkları toplumda asimile olmadan o topluma daha kolay entegre olmaları söz konusudur.

Risaleler ve Pırlantaları Anlama

Risalelerin ve pırlantaların dili Türkçedir. Bu, hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir. Hizmetimizin temel taşları bu kitaplardır. Dinimizi daha iyi öğrenebilmek için bu kitaplar bizim için başvuru eserleridir. Dinimizi doğru anlayıp insanlığa güzel bir şekilde, örnekleri kendinden hareket tarzında sunabilmemizde çok ehemmiyetli olan bu eserleri genç nesle aktarma yolları aranmalı ve bunun için de gençlerin Türkçeyi çok iyi bilmeleri gerektiği onlara söylenmelidir. Risale ve pırlantaların dilini bugünkü orta yaş ve daha üstü insanların bile kavrayamadıklarından hareketle, bu kitapların dilinin iyi anlaşılmasında anahtar olabilecek Osmanlı Türkçesi dersleri de Kültür merkezlerinde verilebilir. Ayrıca bu kitaplar mütalaalı bir şekilde, bir takım öğreticiler sayesinde gençlere küçük gruplar hâlinde okutulabilir.

Kültür Merkezlerinde Gençlerle İlgili Programlar

Türkçe ile ilgili olarak Kültür Merkezlerinde seviyesine göre Türkçe kursları verilmeli, dilimizi geliştirecek deneme, hikâye, romanlar okutulmalı; bu kitaplar hakkında mütalaalar yapılmalıdır. Bu merkezlerde okuma salonları oluşturulmalı, zengin bir edebiyatımız olmasından hareketle, çocuklara ve gençlere şiirimiz sevdirilmeli ve şiir etkinlikleri yapılmalıdır. Hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, Kültür Merkezlerinde programlar veya faaliyetler için hazırlanan ilanlar iki dilli olmalıdır. O ülkenin dilinde ve Türkçe. Maalesef Türkçe ilanlar oldukça azdır. Ayrıca Kültür Merkezinin içinde bulunan mescitlerde veya müstakil camilerde Cuma vaazları da iki dilli olmalıdır. Cuma vaazları başka camilerde camiyi idare eden milletin dilinde ve bazen de iki dilde olmaktadır (Arapça, Boşnakça, Arnavutça vb.). Bizde ise bazen Türkçe olmadan İngilizce veya Almanca vaazlar verilmektedir. Bunun önüne geçilmeli, gençler güzel ve etkili bir Türkçesi olan hatibi can kulağıyla dinlemelidirler. Çocuklar ve gençler, içlerinde yabancı olmadığı halde kendi aralarında yaşadıkları ülkenin dillerini konuşmakta ve birbirleriyle böyle anlaşmaktadırlar. Bunun önüne geçilme çareleri aranmalıdır.

Gençlik Merkezlerinin Açılması

Gençler için acilen Gençlik Merkezleri açılmalıdır. Bu merkezler gençlerin sevebilecekleri ve gidebilecekleri şekilde dizayn edilmelidir. Gençlerimiz bu merkezlere ait olduklarını hissetmeli, devamlı buralara gelebilmeli, hatta arkadaşlarını buralara getirebilmelidirler. Bu gençlik merkezleri dikey olarak birkaç kat veya yatay olarak biraz büyükçe bir bina şeklinde kiralanmalı veya satın alınmalıdır. Bu merkezlerde büyük bir kütüphane olmalı, gençler bu kütüphaneden azami bir şekilde faydalanmalıdırlar. Kütüphanede Türkçe, Arapça ve Batı dillerinden eserler bulunmalıdır. Çok yönlü kullanma maksadıyla açılacak olan bu merkezlerde gençler için bir kafeterya olmalı, ayrıca buralarda Türkçe, Türk musikisi, Türk el sanatları, Türk yemekleri kursları da düzenlenmelidir. Binanın bir de resim atölyesi olmalı ve burada arzu edene resim dersleri verilmelidir. Bunlar binaların farklı katlarında veya bölümlerinde gençlere öğretmenler vasıtasıyla verilebilir. Buna ilâve olarak gençlere gitar, keman, ud, kanun gibi enstrümanları çalma becerisi de bu merkezlerde sağlanabilir. Merkezlerde edebî zevkimizi gençlerimize aktarabilmek için okuma etkinlikleri yapılmalıdır. Buralarda büyükçe bir konferans salonuna da ihtiyaç olacaktır. Konferans salonlarında iki haftada bir veya her ay başta kültür adamları olmak üzere kendi alanlarında uzman kişiler çağrılarak soru-cevaplı programlar yapılmalıdır. Bu binadaki etkinlikler binanın içinde bulunduğu ülkenin dilinde ve Türkçe olmak üzere iki dilde gerçekleştirilmelidir. Türkçe kesinlikle ihmal edilmemelidir. Binalarda ayrıca küçük küçük sohbet odaları olmalı; gençlerimize buralarda kendi değer yargılarımız verilmeli, eserlerimiz derinlemesine okutulmalı ve mütalaa edilmeli, dışarıdan gelen yabancı birisi dahi buralarda teşkil edilecek olan sıcak ortamı benimsemeli ve yavaş yavaş bir aidiyet hissetmelidir. Gençlik merkezinde spor da ihmal edilmemelidir. Kırmızı çizgilerimiz korunma şartıyla masa tenisi, basketbol, voleybol salonları da binanın büyüklüğüne göre tesis edilebilir. Gençlik merkezlerine iki kişi idareci olarak atanmalıdır. Bu kişiler seçilirken iş yapabilme ve kendi kültürüne sahip çıkabilme özellikleri göz önünde bulundurmalıdır.

Rehberlik Dili

Rehberlik dilinin ilk önce Türkçe, sonra yaşanılan ülkenin diliyle yapılması çok önemlidir. Kendi dilini doğru dürüst bilmeyen, hizmet prensiplerini kendi kitaplarından okuyup anlamayan rehberlerin başka dillerde öğrencilere bir şeyler verebilmesi oldukça zordur. Bir de tercümenin, asli dili tam olarak karşılayamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Gençlerimiz iki dilli rehberlik ve hizmet yapabilecek seviyededir. Yeter ki başlarındaki insanlar buna inansınlar. Son birkaç sene içinde Türkiye’den yabancı ülkelere çok sayıda gencimiz geldi. Bunlar, Türkçe çok iyi derecede okuyup yazdıkları için, bunların Risâle ve Pırlantaların dilini özümseyip bulundukları ülkelerin dillerini de çok iyi öğrenerek değerlerimizi yabancılara aktarmaları daha kolay olacaktır. Rehberlik üç ayrı gruba farklı farklı yapılabilir. Birinci grup; Türkiye’den gelen ve Türkçeleri çok iyi olan gençler. İkinci grup; yabancı ülkelerde doğmalarına rağmen Türkçeleri iyi ve orta derecede olan gençler. Üçüncü grup ise; yabancı ülkelerde doğan ve Türkçeleri zayıf veya hiç olmayan gençler.

Rehberlik programlarında duyduğumuza göre Türkçe çok ihmal edilmektedir. Hatta neredeyse hiç kullanılmamaktadır. Bu, çok tehlikeli bir durumdur. Programlar iki dilli olmadığı takdirde bize göre ileride çok büyük problemler yaşanacaktır. Bu problemleri yaşamamak için idarecilerimizin, acilen ortaokul ve lise rehberlik programlarında Türkçe kitap okuma ve Türkçe rehberlik saatinin olması veya arttırılması; hafta sonu okullarında Türkçeye ehemmiyet verilmesi ve öğretmen kalitesinin yükseltilmesi; hafta sonu okullarında Türkçe kitap okuma ve bunların takibinin yapılması; ortaokul-lise-üniversite öğrencilerinin katıldığı yaz ve kış kamplarında Türkçe kitap okuma saatlerinin olması: ilk-orta-lise-üniversite öğrencilerine kitapokuyorum.org sitesinin tavsiye edilmesi ve bu siteye ilâve Türkçe kitaplar eklenmesi (çünkü yeterince Türkçe kitap yok) gibi hususlara hassasiyet göstermesi elzemdir.

Dilin Bozulmasının Önüne Geçilmesi

Dilimiz maalesef yurtdışında ve özellikle Amerika’da çok bozulmaktadır. Türkiye’de bile kendi diline ve kültürüne yabancılaşma had safhadadır. Her kelimenin ayrı bir dünyası vardır. Kullanılmayan her kelimeyle bir dünya yıkılmaktadır. Türkçede kullanım alanı bulmamış İngilizce kelimeler yabancı ülkelerde Türkçe konuşulurken ve yazılırken rahatlıkla kullanılmaktadır. bildiri, sağlık, şifa, kitap gibi kelimelerimizin yerine notification, health, healing, book gibi kelimeler kullanılmaktadır.

Hizmet Prensipleri El Kitabı

Gençlerimize ve yetişkinlerimize Hizmet prensiplerimiz bir el kitabı hâlinde Türkçe ve yaşanılan ülkenin dilinde hazırlanmalıdır.

Kamp Yerleri

Türkiye dışında yabancı ülkelerde yaşayan gençlerimiz için kamp yerleri oluşturmak bir hayli önemlidir. Özellikle maddi durumu iyi olan kişilerin; hafta sonlarında ve tatil günlerinde gençlerin gidebilecekleri hizmet soluklanan yerler satın alıp veya kiralayıp hizmete sunmaları belki de gelecek nesillerin imanlı ve renk, dil ve din ayrımı yapmadan herkese el uzatan insanlar olmalarını sağlayacaktır. Hatta Hocaefendi’nin vaazlarında dile getirdiği gibi yabancı ülkelerde öyle mekânlar ikâme edilmelidir ki, Selçukluların kervansarayları gibi insanlar orada konaklamalı ve bir kaç gün de olsa bizim değerlerimizle soluklanmalıdırlar.

Hizmet Okullarında Türkçeye Önem Verilmesi

Hizmetimize ait okullarımızda maalesef Türkçe seçmeli olarak ve çok az verilmektedir. Meselâ Şikago’da Türkçe; Science Academy’de ilkokul 2-3’lerde haftada 1; 4 ile 8. sınıflarda ise haftada 3 saat olarak, hem de seçmeli bir şekilde verilmektedir. Hafta sonu okullarında da Türk dili yeterli desteği görememektedir. Ancak bazı fedakar öğretmenlerimizin şahsî gayretleriyle Türkçe, çocuklara öğretilmektedir. Buna acilen bir tedbir alınmalı, sahipleri Türk olan bir okulda Türkçe dersleri çok daha fazla ders saatiyle öğretilmelidir.

Sonuç

Tarihte pek çok medeniyet kurmuş, İslâmiyet’e en çok hizmet etmiş Türklerin, ana dilini muhafaza etme, kültürel aidiyeti koruma, sanat eserlerimizi tanıtma ve genç nesle aktarma; hepimizin ve özellikle hizmet mensubu bir ferdin en önemli vazifeleri arasında olmalıdır. Fakat yabancı ülkelerde maalesef gün geçtikçe kendi ana diline, kültürüne, tarihine sanatına bir yabancılaşma söz konusu olmaktadır. Bunda ailelerin ve yetişkin insanların Türkçeye çok az önem vermesi ve kendi ana dillerini bir tarafa bırakmasının önemli bir rolü vardır. Gelecek neslimizi kaybetmemek için Hocaefendi’nin de çok mühim gördüğü ana dilimiz Türkçe ile ilgili her türlü faaliyetin ciddiyetle en kısa zamanda arttırılması ve bu konuda idarecilerin, aileleri bilinçlendirmesi çok ehemmiyetlidir. Eğer Türkçeyi bugünkü gibi arka zemine atarsak genç neslimizi kaybedebiliriz ve büyük vicdan azabı çekebiliriz. Hizmetimizin bu önemli mevzuyu her platformda dile getireceği kanaatini taşıyoruz.

Kaynakça

  • Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük (3 cilt), Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2005.
  • Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yay. İstanbul 1997.
  • Gülen, M. Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri 1-2, Işık Yay. İstanbul 2011.
  • Gülen, M. Fethullah, Yolun Kaderi, Blue Dome Yay. New Jersey, USA, 2016.
  • Mercan, Faruk, M. Fethullah Gülen Allah Yolunda Bir Ömür Süreyya Yay., Kanada 2019.
  • Nursi, Said, “Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Cüz” Sözler, Işık Yay. İzmir, 2002.
  • Nursi Said, “Yirminci Mektup, Beşinci Kelime, Mektûbât, Envâr Neşriyat, İstanbul.
  • Özkan, Mustafa, Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.
  • Ziyanak, S; Sert, B., “Early Turkish Immigrants’ Adaptation to American Culture and Social Integration”; European Review of Applied Sociology Vol. 10, No. 15, Year 2017, s. 21-27;
  • Ziyanak, S; Sert, B., Turkish Immigrants in the Mainstream of American Life, Lexinton Books, Lanham, Maryland, USA, 127s.

Biyografi

Profesör Dr. Mehmet Gümüşkılıç, 7 Mayıs 1967 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Türk Dili ve Edebiyatı alanında akademisyendir. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra, 1990-1998 yılları arasında üniversitenin Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Dili Anabilim Dalı’nda araştırma görevliliği yapmıştır. Akademik hayatı 1998 yılında Fatih Üniversitesi’nde Yardımcı Doçentlik, 2008’de Doçentlik ve 2013’te Profesörlük ile devam etmiştir. Yurt içindeki çalışmalarının yanı sıra, uluslararası akademik topluma da katkıda bulunmuş ve 1993-1994 yılları arasında Kazakistan’daki Abay Almatı Devlet Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yapmıştır. 2008-2016 yılları arasında Fatih Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bölüm başkanlığı yapan Gümüşkılıç; Osmanlı Türkçesi fonolojisi, Eski Anadolu Türkçesi ve Türkiye Türkçesi üzerine kapsamlı eserler kaleme alarak, Türkiye’nin dil ve edebî mirasının korunmasına önemli katkılarda bulunmuştur.