Demokrasi ve Katılımcılık Divanı Değerlendirme Makalesi 2: Özgürlükçü Değerler Merceğinden Türkiye ve Hizmet Hareketi’nde Demokrasi

From HizmetWiki Türkçe (Açık)
Jump to navigation Jump to search

Dr. Bülent Keneş

Kısa bir metin içerisinde pek çok konuya değinerek vuzuha kavuşturma çaba ve başarısından dolayı Şammas Hoca’yı öncelikle tebrik ediyorum. Bununla birlikte, tabii bazı çekincelerim ve eleştirilerim de yok değil.

Her şeyden önce Şammas Hoca’nın demokrasinin ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılıklar gösterebileceğini ve bunun normal karşılanmasını ima eden yaklaşımına, bütün saygımla birlikte, kategorik olarak katılmadığımı ifade etmek istiyorum. İflah olmaz bir idealist olarak, “Rus demokrasisini Batı’nın liberal demokrasileriyle birebir kıyaslayarak ele alamayız,” yaklaşımını, affına sığınarak, sorunlu görüyorum. Bu bağlamda “ne tür bir demokrasi” sorusunu biraz yersiz ve hatta tehlikeli buluyorum. Demokrasiden anlaşılması gereken şeyin bütün kurum, kural ve değerleriyle özgürlükçü/liberal demokrasi ideali olması gerektiğine, liberal demokrasinin temel kıstaslarına uymayan rejimlerin (sırf belirli fasılalarla halkın önüne sandık koydukları için) demokratik kabul edilemeyeceğine dair şerhimi koyuyorum.

Çok kıymetli Şammas Hoca’nın demokrasilerin olmazsa olmazlarını sıralarken ve metnin tamamında sekülerizmden hiç bahsetmemiş olmasını yadırgadığımı da not etmek istiyorum. Çağdaşımız pek çok düşünür veya akademisyen gibi ben de seküler olmayan herhangi bir devlet sisteminin veya örgütlü yapının demokratikliğinin tartışılamayacağını düşünüyorum. Sebebi basit, seküler olmayan bir yapı özü itibariyle çoğulcu da olamaz. Çoğulcu olmayan bir yapının demokratikliğini tartışmak ise tam bir oksimorondur

Yine tüm saygımla birlikte “Hizmet Hareketi başlangıcında demokrasi vs. idealleriyle yola çıkmadı, ancak hedefi yine birlikte yaşamaydı. Bir diğer deyişle aslında bir birlikte yaşayabilme projesiydi,” önermesini de özgürlükçü demokrasi konsepti bağlamında biraz sorunlu buluyorum. Şüphesiz ki özgürlükçü demokrasi dışında da “birlikte yaşayabilme” yöntemleri olabilir. Ancak bu yöntemlerin insanların doğuştan getirdikleri hak ve özgürlüklerle, onur, izzet ve erdemlerine saygıyla bağdaşır olup olmadığını ciddi şekilde sorgulamak gerekir. Liberal demokrasiler dışında, tüm farklılıklarıyla herkesi oldukları gibi kabul edip, eşit ve saygın vatandaşlar olarak görerek birlikte yaşayabilmenin herhangi bir yöntemi olduğu kanaatinde değilim. Egemen çoğunluğun veya muktedir azınlığın kendi çıkarları çerçevesinde kurdukları baskı üzerinden inşa edecekleri (Pax-Ottomana tarzı) tahakkümcü “birlikte yaşayabilme” modellerinin günümüz dünyasında yerinin olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Şammas Hoca, kendi yaklaşımlarıyla tutarlılık içerisinde ve olumsuzlayan bir tarzda “Demokrasiyi en temelde liberal bir düzlem üzerinden mi ele almak zorundayız?” diye soruyor. Kanaatimce, en azından daha iyisi icat edilinceye kadar evet öyle yapmak zorundayız. Hatta Winston Churchill’in meşhur “Bugüne kadar denenen diğer bütün yönetim şekilleri hariç tutulmak kaydıyla demokrasi en kötü yönetim biçimidir,” sözündeki demokrasi kavramının önüne bugün “liberal” veya “özgürlükçü” sıfatını eklemek durumundayız. Kısacası tüm kurum ve kurallarıyla birlikte liberal/özgürlükçü olmayan bir sistemin demokratik kabul edilmesi mümkün değildir.

Aynı perspektiften yaklaşacak olursak, demokrasinin amaçlarından birinin “sükûnete varmak” olduğu görüşüne de katılmam mümkün gözükmüyor. Tabii burada kastedilen sükûnet bir “mutlak doğru” üzerinde herkesin uzlaştığı veya uzlaşmak zorunda kaldığı anlamındaysa. Fikir çatışmalarını (yani farklı fikirleri) sıfırlayan veya arzulanan sükûnete halel getirecek gürültünün olmadığı bir totaliter düzende çoğulcu toplum ve demokratik sistemden bahsetmenin anlamı olmayacaktır. Böyle bir uzlaşıdansa medenice bir uzlaşmazlık evladır. Medeni ölçüler içerisinde uzlaşamamakta uzlaşmak, anlaşamamakta anlaşmak ve farklılıklarla donanmış muhatabın durumunu anlama veya anlamlandırma çabasına bile gerek duymadan olanı olduğu gibi kabul eden bir kozmopolitizmi içselleştirmeyi birlikte yaşayabilmenin anahtarı haline getirmek gerekir diye düşünüyorum.

Öte yandan, Şammas Hoca’nın isabetli bir şekilde Türkiye’de demokrasinin açmazları olarak sıraladığı niyet, istisnailik, bürokratik sistem arızalarından şu ya da bu ölçüde Hizmet Hareketi’nin de malul olduğu kanaatindeyim. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, hepimizin malumu olan iyi, doğru ve güzel yönlerini saymakla bitiremeyeceğimiz Hizmet Hareketi’nin bahsedilen bu açmazlarının yanı sıra daha pek çok sorunlu alanı da bulunmaktadır. Bu noktada 2019 yılında bu sorunlara dair hazırladığımız kapsamlı bir raporun tespit ve önerilerine şöyle bir bakılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Daha önce yapılan bazı çalışmalardan faydalanmanın yanı sıra entelektüel birikimlerinden şüphe duyulmayacak, olay ve olgulara eleştirel mesafeden bakabilen 24 Hizmet Hareketi katılımcısının görüş ve tespitlerine yer verilen bu çalışmada yer alan sorun alanlarına göz atmak bile Hizmet Hareketi’nin demokratikleştirici bir aktör olarak özgürlükçü demokrasi yolunda kat etmesi gereken uzun yolu göstermeye yetecektir.

Anti-parantez belirtmek gerekirse, kamilen olması şöyle dursun en temel düzeyde bile demokrat olamayan veya en azından bu yönde ciddi gayret sarf etmeyen herhangi bir yapının ulusal ya da uluslararası düzlemde samimi bir demokratikleştirici etki yaratamayacağını sizler de takdir edersiniz. Kendi içinde demokrat olmayan bir sosyal yapının, şayet varsa, toplumları demokratikleşitirici en samimane gayretleri bile geniş kitleler tarafından başka veya gizli amaçların kamuflajı şeklinde algılanacaktır. Tıpkı AKP’nin ilk 8 yılında yaptığı gibi, bu türden muvakkat demokratikleştirici gayretlerin başka veya gizli amaçlara ulaşmak için araçsallaştırıldığı şeklinde görülecektir.

Biraz önce bahsini ettiğimiz rapora dönecek olursak, bu raporda Hizmet Hareketi’nin ilkesel sorun alanları şu başlıklarla sınıflandırılmıştı: Kimlik ve İlkesellik; Hedeflerdeki Muğlaklık; Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik; Eleştirel Düşünceye (Olumsuz) Yaklaşım; Egosantrizm Görüntüsü; Çoğulculuk Açığı; Sekülerizm Açığı; Devletçilik ve Bürokratik İslamcılık.

Yapısal sorun alanları olarak da şu başlıklara yer verilmişti: Cemaatçilik ve ’İlahiyatçılık’; Deklare Edilmiş Bir Anayasanın Yokluğu; Dual Yapı; Lider Merkezli Hiyerarşi; Yerelleşme ve Glokalizasyon (Küyerelleşme) Açığı; Meritokrasi Açığı; Karar Alma Süreçleri ve Mekanizmalarında İstişarî Mekanizmaların Yetersizliği, İtaat Kültürü ve Eleştirel Düşünceye Yaklaşım, Tek Tipleştirme, Objektivite ve Bilimsellik Sorunu; Denge-Denetim ve Düzeltme Mekanizmalarının Yetersizliği.

Bu raporu yayınladıktan sonra gelen tepkilere/tepkisizliğe binaen Hizmet Hareketi’nin geneline dair artık söz söylememe kararı almıştım. Neticede diyebileceğim her şeyi bir rapor olarak ortaya koymuştum. Hal bu iken, “burada bu raporu neden hatırlatıyorsun” diyebilirsiniz. Tam da o kararımdan dolayı burada da aslında yeni bir şey söylememeye çalışıyorum. Bu yüzden o raporun giriş bölümünden bazı alıntılar yapmakla iktifa etmemi mazur görmenizi rica ediyorum.

“Yaşayan her varlık gibi sosyal oluşumlar/organizmalar da doğar, gelişir ve zamanı gelince ölür. İnsan yapımı hiçbir oluşum ya da olgu bu tabii kaidenin dışında değildir. Ne var ki, biyolojik organizmalar gibi sosyal oluşum ve varlıkların yaşam süresini uzatmak ve …insanlık üzerindeki pozitif etkilerinin devamlılığını sürdürmenin bazı yolları olabilir. Yeter ki söz konusu sosyal oluşumlar sağlam ilkeler üzerine inşa edilebilsin, çevrelerini kuşatan şartlara ve bizatihi kendi bünyesinde cereyan eden gelişim ve değişim ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir uyum kapasitesi geliştirebilsin, kendisini yenileyebilsin.

Hizmet Hareketi’nin uzunca bir zamandır içinde bulunduğu bunalım, … esasında yeni bir sıçrama yapabileceği, hem yatay hem de dikey gelişimini konsolide edebileceği yeni fırsatlar da sunuyor. … Hizmet Hareketi’nin gerek kendi iç dinamiklerinin aidiyet duygusunda, motivasyonunda ve dünya ile iletişiminde ciddi sarsıntılara yol açan kronikleşmiş ilkesel ve yapısal sorunları, gerekse değişen hem fiziki hem de değerler habitatının gerektirdiği uyum ihtiyacı palyatif adımlarla … giderilebilecek ölçeğin hayli ötesine geçmiş durumda. … Hizmet Hareketi’nin kendisini kapsamlı bir şekilde dönüştürmesini zorlayan ve bir tür aciliyet dayatan bu mevsimin şu ya da bu bahaneyle kaçırılması, Hareket’in geleceğinin ve akıbetinin nasıl olacağının da belirleyicisi olacaktır. Hizmet Hareketi aktörleri farkında olsalar da olmasalar da köklü bir tercihin kavşağındadırlar. Ya şartların zorlamasıyla kümelenmek zorunda kalınan demokratik, çoğulcu, şeffaf, medeni dünyanın gelişen ve etkinliğini artıran bir aktörü; ya da içine kapandıkça kapanan, içe kapandıkça daha da tutuculaşarak daralan ve kalınlaşan kabuğunun içine doğru büzüşen bir ’cemaat’e dönüşerek sosyal ömrünü tamamlayacaktır.

***

Oldukça sofistike bir sosyal organizma olarak Hizmet Hareketi’nin mevcut asli faaliyetlerini zaafa ve sekteye uğratmadan bu dönüşümü gerçekleştirmesi elbette kolay değildir. Ama imkânsız hiç değildir.

Öte yandan, yaşanan bunalımın Hizmet Hareketi’ne has ve biricik bir durum olduğunu savunmak da mümkün gözükmüyor. Şu an tecrübe edilmekte olan acılı süreç, belki de zamanı gelmiş bir sosyolojik kaçınılmazlıktır. Önemli olan, bu kaçınılmazlığın kabulüyle gerekli adımların zamanlıca atılmasıdır. Zaten sorun teşkil eden alan da burasıdır. Yıllardır dillendirilen beklentilerin ve bu beklentilerin oyalanması amacıyla araçsallaştırılan bazı pozitif söylemlerin aksine Hizmet Hareketi, işlerin (hala ve çoğunlukla) şeffaflıktan uzak yürütüldüğü ’cemaat’ dominasyonundan bir türlü yakasını kurtaramamıştır. Bu yönde ciddiye alınabilecek herhangi bir irade ortaya konulamadığı için baskın şekilde ’cemaat’ refleksleri vermeyi sürdüren Hizmet Hareketi, …’cemaatten cemiyete (harekete) geçme’ faslını (ki bu demokratik yönetişim olmaksızın olamaz) sözde değil özde olacak şekilde acilen hayata geçirme ihtiyacındadır. …Kendi doğal gelişiminin gerektirdiği, bünyesindeki ve çevresindeki değişen şartların talep ettiği bu yeni aşamaya geçmemekte direnmek, yerçekimi gibi en temel tabiat kanunlarına direnmekten farksız olacaktır. Dolayısıyla yeni fasla geçmek ne bir tercihtir ne de bir fantezi. Kendisini dayatan ve zamanı geçmekte olan bir mecburiyettir.

Konuyu biraz açmak gerekirse, mensupları birbirine duygusal bağlarla bağlı; ilişkilerin birincil ve yüz yüze olduğu; yüksek ölçüde bütünleşmiş; bireysel otonominin çok az olduğu ya da neredeyse hiç olmadığı; tamamen aynı duygu ve düşünce dünyasının paylaşıldığı, aynı şeylerden zevk alınıp aynı şekilde yaşandığı; bir ailenin fertlerinin aile reisinin (babanın) çevresinde kenetlenmesi gibi güven duyulan bir liderin etrafında kenetlendiği; o liderden ve belirlediği kadrosundan sadece hak ve menfaatleri korumasının değil eğitim, geçim, mükafat ve mücazatın da beklendiği ’cemaat’ devri, tarihsel rolünün ve sosyal fonksiyonunun sonuna gelmiştir.

Hizmet Hareketi, meşruiyetini bizatihi liderinin şahsından alan dikey hiyerarşik ilişkilerin yerini, demokratik temsile dayalı mekanizmalar aracılığıyla enine boyuna tartışılarak üzerinde mutabık kalınacak ve kamuoyuna deklare edilecek ilkelerden/değerlerden (sosyal sözleşme) alan, yani meşruiyeti liderin onayına değil, tabanın rızasına/onayına/denetimine dayalı gönüllü yatay ilişkilerin alacağı yeni bir faslın eşiğinde bulunuyor. Varlığını, birliğini ve geleceğini, her insan gibi bir fani olan liderinin karizmasına/otoritesine bağlayan, farklı her görüş veya tasarrufu liderinin otoritesini sarsacak eylem olarak gören tekelci anlayış ömrünü tamamlamıştır. … (Bu yüzden) Hizmet Hareketi mevcut dar/kapalı ’cemaat’ hakimiyetinden kurtarılarak evrensel demokratik değerlerle donatılmalı; oluşturulacak demokratik mekanizmalar aracılığıyla meşruiyeti taban rızası/onayı üzerine bina edilmeli; söylem ve eylemlerinde sadece dinî/uhrevî kaynakları değil insanlığın ortak birikimini de referans almalı; bütün hedefleri, görüşleri, faaliyetleri ve unsurlarıyla şeffaf, deklare edilebilir, hesap verebilir, denetlenebilir gerçek bir küresel sivil toplum hareketine dönüşmelidir.

***

Tabanın talepleri, değişen coğrafya ve çağın şartları/ihtiyaçları doğrultusunda, bütün paydaşları ve unsurlarıyla yeniden yapılandırılacak Hizmet Hareketi, böylelikle açık, şeffaf, çoğulcu, demokratik, özgürlükçü küresel bir iyilik hareketi olma iddiasını …daha da ete kemiğe büründürebilecektir. Bu çerçevede Hizmet Hareketi, küresel düzlemdeki bütün katılımcılarını bağlayacak şekilde tanımlanmış, ilkeleri ve misyonu netleştirilerek ilan edilmiş, bu ilkelerin yerleşmesini ve takibini yönetecek/denetleyecek yerel, ulusal, uluslararası ve küresel tüm idari ve denetim mekanizmalarını demokratik yöntemlerle oluşturmuş bir oluşuma dönüşebilecektir. Bu sayede, sadece ulaşmak ya da iletişim kurmak istediği muhatapları nezdinde değil, son dönemde bizatihi katılımcıları arasında bile yoğun şekilde gözlemlenen güvensizlik, inandırıcılık, itibar ve prestij kaybı giderilebilecek ve toplumsal güvenin yeniden inşası yönünde çok ciddi bir adım atılmış olacaktır.

Söz konusu amaca ulaşmanın koşulu ve yolu ise, hiç şüphesiz ki, Hizmet Hareketi’ni (her düzlem ve düzeyde) sorumluluk taşıyan, yetki kullanan, karar alma ve denetim süreçlerinde yer alan aktörlerinin şeffaflık içerisinde hareket ettiği; hem katılımcılarına hem de tabiatı gereği etkileşim içerisinde bulunduğu küresel kamuoyuna karşı sorumlu olduğu, hesap verdiği; bütün yapısal unsurlarını, finansal kaynaklarını ve bu kaynaklara dair tasarruflarını, her türlü eylemlerini ve faaliyetlerini, ulusal ve uluslararası alandaki Hizmet Hareketi bileşenleri arasındaki ilişki sistematiğini sansürsüz şekilde kamuoyuyla paylaşabileceği bir hale getirmektir.

Bu noktada altını çizmemiz gereken en önemli noktayı, “Kamusal/küresel alanda faaliyet gösteren bir sivil toplum hareketi olarak Hizmet Hareketi’nin katılımcıları ve kamuoyuyla paylaşamayacağı, kamuoyuna deklare edemeyeceği hiçbir düşüncesi, hiçbir niyeti, hiçbir amacı/gündemi/misyonu, hiçbir unsuru ve hiçbir faaliyeti olmamalıdır,” ilkesi oluşturacaktır. Gizliliklerin, gizemliliklerin, belirsizliklerin, tanımsızlıkların, muğlaklıkların oluşturduğu alacakaranlığa esoterik ve manevî/uhrevî gerekçeler/açıklamalar üretmenin devri geride bırakılmalıdır. Hareket’in başat karakteri netlik, nesnellik, açıklık, tanımlanabilirlik ve öngörülebilirlik olmalıdır.

Hizmet Hareketi, bugün şartların zorlamasıyla sığınmak zorunda kaldığı ’küresel şehir’de, bir nevi, 11. yüzyıl sonrasında Batı’da şehirleşmenin başlamasıyla birlikte kullanılır hale gelen “şehir havası özgürleştirir” sözünün tüm çağrıştırdıklarını tecrübe etmektedir. Nasıl ki, o zamanlar modern şehir herkesin aslında olmak istedikleri kişiler olmalarının imkânını sunan bir fırsatlar diyarıydıysa, bugün de ’küresel şehir’ Hizmet Hareketi katılımcıları için aynı fırsatları sunuyor. Ancak, bu ’özgürleştirme’ hali bünyesinde sosyal çözülme, yalnızlaşma ve yabancılaşma gibi bazı riskleri de barındırıyor. Buna rağmen söz konusu risklere verilecek tepki asla dar ’cemaat’ köklerine sıkı sıkıya yapışmak olmamalıdır. Çünkü, yayıldığı alan, kapsadığı çeşitlilik ve insan profiliyle Hizmet Hareketi, artık, katılımcıları veya gönüllüleri birbirine duygusal bağlarla sıkı sıkıya bağlı, ilişkilerin birincil elden ve yüz yüze olduğu küçük bir insan grubu özelliğinde değildir.

Öte yandan, engellenmeye çalışılması gerekirken tam tersine teşvik edilen bir diğer sorun ise, güçlü grup kimliği içinde bireylerin ayırt edici özelliklerinin hızla eriyip asimile olması, aynılaşması ve tek tipleşmesidir. Bu durum, Hareket’in çoğulculuk özelliği kazanmasını neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Toplumsal güven kredisinin daha iyi seviyelerde olduğu geçmişte bile Batılı gözlemciler ve aydınlar tarafından eleştirilen bu durum, (yaşanan bunalım sürecinden sonra) içtimai hayata daha aktif bir şekilde katılabilmesi için, Hizmet Hareketi’nin beklentilerin bile ötesinde çoğulcu ve şeffaf bir demokratik yapıya dönüşmeyi başarması gerektiği anlamına gelmektedir. Mesela Avrupa özelinde, bırakın mevcut yapının devam etmesini, Avrupa Birliği ortalamasının bile üstünde güven verici hamleler yapmadan resmi, yarı resmi muhatapların ya da sivil toplum örgütlerinin gönül rahatlığıyla Hizmet Hareketi aktörleriyle ortak projelere imza atması zorlaşacaktır. Türkiye’de cari despotik rejimin birincil hedeflerinden olmasından dolayı insani saiklerle mağdurlara yaşamsal düzeyde destek olmaya çalışan kurum, kuruluş ve örgütlerin çabalarının “Batı’da Hizmet Hareketi’nin güvenilirliğini ve prestijini artırarak sürdürdüğü” şeklinde yorumlanması bir çeşit kendi kendini aldatma çabasından ibarettir.

***

Kamusal alanda var olma iddiasında olanların kamusal alanda var olmanın kendilerine yüklediği sorumlulukları ve yükümlülükleri görmezden gelme lüksü yoktur. Habermas’a göre kamusal alan özel yaşamın noktalandığı, bireylerin sosyal hayata ve tartışmalara katıldığı, yani görülebilir olduğu alanda başlar. Sivil toplum yapıları da özerk, demokratik, özgür, bağımsız, katılımcı ve şeffaf olabildikleri ölçüde kamusal alan içinde alternatif fikirler üretip bütün boyutlarıyla kamu hayatına ve toplumsal gelişime katkı sağlarlar. … Daha önce de değindiğimiz gibi bu oluşumların mutlaka kamuoyuna deklare ettikleri ana ilkelerini içeren bir tüzükleri/anayasaları olur. Bu tüzük, kendi katılımcıları, hitap ettiği kitleler ve genel kamuoyu ile sivil toplum oluşumu arasındaki bir çeşit toplumsal sözleşme olarak kabul edilir. Üzerinde mutabık kalınarak kamuoyuna deklare edilen tüzüğün kapsamı dışında veya hilafına her amaç, her unsur, her eylem ve tasarruf bu toplumsal sözleşmenin ihlali anlamına gelir.

Şunu da net bir şekilde ifade etmeliyiz ki, radikal İslamcı gruplardan daha ılımlı bir söylem benimseyerek, kısmen seküler yapı görüntüleri vererek yürütülecek diyalog çalışmalarının ya da dinsel amaçlı faaliyetlerin sınırları bellidir. Cemaat odaklı Hizmet Hareketi, bunun sınırlarına zaten çoktan ulaşmıştır. Bu sebeple burada çevresinde tartışmamız gereken ana sorunsalı, Hizmet Hareketi’nin kendisini domine eden dar cemaat kalıplarını tamamen üzerinden atarak küresel düzeyde faaliyet gösteren gerçek bir uluslararası sivil toplum hareketine mi dönüşeceği, yoksa radikal İslamcı akımlarla karşılaştırıldığında daha tercihe şayan görülebilecek kapalı bir cemaat yapısıyla mı devam edeceği oluşturacaktır. Şayet, ’bu bir dini yapıdır. Böyle kurulmuştur ve böyle devam edecektir’ deniliyorsa, açıktan deklare edilmelidir ki, Hareket gönüllüleri veya sempatizanları kendi durumlarını bu doğrultuda tekrar değerlendirebilsin.

Biyografi

Dr. Bülent Kenes, 30 yıla yakın mesleki deneyime sahip bir gazetecidir. Hem Türkçe hem de İngilizce dillerinde günlük gazeteler yönetmiş olan Keneş, Zaman gazetesinde (editör, dış haberler müdürü, haber müdürü), Turkish Daily News’te (yayın koordinatörü ve köşe yazarı) ve Anadolu Ajansı’nda (New York büro şefi) gibi çeşitli medya kuruluşlarında üst düzey editörlük görevlerinde bulunmuştur. Keneş, ayrıca Bugün gazetesinde (2006) genel yayın yönetmenliği ve Today’s Zaman (2007-2016) gazetesinde ise kurucu genel yayın yönetmenliği ve sırasıyla köşe yazarlığı yapmıştır. Stockholm Center for Freedom (SCF) kurucuları arasında yer alan Keneş, 2017-2019 yıllarında SCF’de gönüllü yayın yönetmeni olarak hizmet vermiştir. Stockholm’de yaşayan Keneş, fikir babası olduğu Avrupa Popülizm Çalışmaları Merkezi’nin kurucuları arasında yer almakta ve executive direktörlüğü görevini sürdürmektedir.

Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümünde tamamlayan Keneş, Marmara Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde master, Fatih Üniversitesi’nden MBA derecesi almıştır. Doktorasını da Marmara Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde tamamlayan Keneş, uluslararası ilişkiler, Orta Doğu, siyaset bilimi, medya ve iletişim konularında Fatih Üniversitesi’nde dersler vermiştir. Turkish Daily News, Turkish Probe, Bugün, Zaman, Today’s Zaman, The Guardian ve TR724 gibi birçok yayın için düzenli köşe yazarları kaleme alan, televizyon programı yapan Keneş, İran, Türk siyaseti, insan hakları ve İslam’ın imajı konularında Türkçe altı, İngilizce bir kitap yayınlamıştır. 2020’den beri dünya genelinde yükselen popülizmin ve otoriterliğin evrensel etkilerini araştırmakta olan Keneş’in, değişik popülist radikal sağcı hareketlere ve aktörlere dair kapsamlı bir kitabı ve yine önemli bir bölümü yazdığı bir kitap bu yıl içerisinde Palgrave tarafından yayınlanacaktır.

İsveç Gazeteciler Sendikası (Journalistförbundet) ve Yayıncılar Kulübü (Publicistklubben) üyesi olan Kenes, Türkçe (ana dil), İngilizce ve İsveççe dillerinde iletişim kurabilmektedir.