Çevre Divanı Ana Makale: Antroposen Çağında Çevrenin Korunmasına ve Ekolojik Olarak Sürdürülebilir Barışa İslami Bir Yaklaşım

Züleyha Keskin, Mehmet Özalp

Giriş

Dünyada olumlu değişim ihtiyacı her geçen gün daha da güncel bir konu haline geliyor. Çeşitli küresel sorunlar çoğunlukla tek başlarına ele alınırken, çeşitli sorunları bölümlere ayırmaktan vazgeçip bu sorunların hepsiyle ilgili olan güçlü ortak akımları görmeye başlamanın zamanı çoktan gelmiştir.  Bu, gittikçe daha da büyüyen küresel sorunları çözmeye çalışırken, sadece sinerjiye yol açmayacak, ayrıca bu dünyayı kendi evi olarak adlandıran her sakinin yararına olan bir dünya görüşünün kurulmasına da imkân sağlayacaktır.

20. yüzyılda 108 milyon insanın savaşlardan dolayı öldürülmesi, son yüzyılda dünyada yaşanan savaş ve çatışmaların sayısı çok ciddi endişeler vermektedir.  Teknolojinin gelişmesiyle birlikte çok sayıda insanı bir anda yok etmek daha önceki zamanlardan çok daha kolay hale gelmiştir.  Dünyanın hemen hemen  her yerinde sık sık  çatışmalar çıkmakta ve bu çatışmalar ortaya çıktıktan sonra yıllarca hatta on yıllarca olumsuz etkiler bırakmaktadır.

Fakat, barış tek başına yeterli değildir. Her bireyin hak ettiği haklardan istifade edebilmesi için adalete de ihtiyaç vardır. İnsan haklarından yerel ve küresel seviyede sıklıkla konuşulurken, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında pek çok vahşet yaşanmaktadır. Pek çok istatistikten sadece ikisi, küresel olarak var olan kapsamlı sorunları ve eşitsizlikleri vurgulamak için yeterli olacaktır: dünya nüfusunun % 66’sı yoksulluk içinde yaşıyor ve dünya çapında 12 milyon kadın, erkek ve çocuk köleleştirilmiş durumda ve her sene bunların 600.000-800.000’i kaçırılmaktadır.

Bütün bu küresel sorunların yanında çevreyi koruma ihtiyacı da aciliyet arz ediyor. Bu alanda bir eylem çağrısı için ana teşvik, iklim biliminin, insan faaliyetinin gezegende sebep olduğu ürkütücü zarara dair bulgularıdır; bu ürkütücü zarar öyle bir boyuta gelmiştir ki, jeologlar içinde bulunduğumuz çağı, insan faaliyetlerinin gezegenimizin jeolojisini etkilemesinin en son noktaya ulaştığı bir çağ olan Antroposen olarak adlandırmışlardır.   Çevresel farkındalık düzeyi zirveye çıkmıştır: bir çok ülkede çevre ve iklim bilimine ve bulgularına artan ilgi medyada geniş yer bulmakta  ve eğitim müfredatına dahil edilmektedir.

Küresel meseleler İslami teolojik bir mercekle topluca analiz edildiğinde, insanların dünya görüşünü değiştirme ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu dünya görüşünü değiştirme ihtiyacı, yıllar boyunca ortaya çıkarılan problemleri çözmeye veya düzeltmeye çalışmak için yeterli değildir, bu dünyadaki bütün varlıkların her parçasına bakış açımızı değiştirmek için de gereklidir. Bu, adalete ve ekolojik olarak sürdürülebilir barışa yol açacaktır. Bunun ışığında, bu yazı tüm varlıkları, tüm mahlukatı Yaradan’a bağlamayı amaçlayan Allah merkezli bir dünya görüşü kavramını tartışmaya açacaktır. Böylece, her şey Yaradan adına görüldüğü için varlığın içindeki istidadı, potansiyeli, değeri ve gayesi yücelecektir.

Potansiyel (İstidat)

Bütün yaratılanlara yerleştirilmiş olan istidatlar (potansiyel), İslam teolojisi ve maneviyatının önemli bir unsurudur. Her şey ne olduğuyla değil, ne olabileceğiyle algılanır. Bu bakış açısı sadece insanı değil, doğal çevre dahil tüm canlıları da kapsamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’e göre, insanın gelişme potansiyeli çok geniştir: "Şüphesiz Biz insanı en güzel surette (ahsen takvim) yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına attık, ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna." Ayet, insanın değişken tabiatının ve ’en güzel şekle’ (ahsen al-takvim) ulaşma imkanının altını çizerek, insanların gelişme ve mükemmelliğe ulaşma potansiyeline sahip olduğunu öne sürmektedir. İnsan tabiatı (fıtratı), "aşağının aşağısı"ndan "en güzeli" olarak ifade edilebilecek şekilde ahseni takvim’e yükselecek şekilde yaratılmıştır.

“En güzel suret” tarifi, tefsir âlimleri tarafından farklı şekillerde anlaşılmıştır. Muhammed ibn Jarir et-Tabari (ö.923)’ye göre, insanoğlu en güzel karaktere ve güzel bir şekle sahip olarak yaratılmıştır. Fahreddin er-Razi (ö. 925) de benzer bir anlayışa sahiptir ve en güzel şekli iç ve dış güzellik olarak tanımlar.  Bu açıklamaların her ikisi de insanlarda bulunan güzelliği vurgulamaktadır. İsmail Hakkı Bursevi (ö.1725) bu ayeti yorumlarken insanın güzelliğinden çok değerine odaklanır. O, insanın değerini öyle bir seviyeye yüceltir ki, insanın yeryüzündeki tüm yaratılmışlar içinde en yüksek içsel değere sahip olduğu fikrindedir.

Müslüman alimlerin insan potansiyelini tartışmak için ağaç analojisini kullanmalarının birçok hikmeti vardır. Bu benzetme, insan ile doğal çevre arasında bir bağlantı noktası olduğundan dolayı ehemmiyetlidir. Ağaç analojisi, ilahiyatçı ve mutasavvıf İbn Arabi (ö. 1240) tarafından kullanılmıştır ve ağaç kâinatı temsil etmektedir. Bu bakış açısı, Kurtubî’nin (ö. 1273) insanı Allah tarafından en güzel surette yaratılmış olarak tanımlayan Kuran ayetini tefsirinde yankılanır. Kurtubî, içlerindeki potansiyeli vurgulamak için insanları küçük bir kâinat olarak tanımlar.  Yirminci yüzyıl Müslüman Alimi Said Nursi (ö. 1960) de, insanlarda bulunan istidadı tarif etmek için ağaç benzetmesini kullanmaktadır: "Evet, ne kadar çok olursa olsun. Bir tohumdan devasa bir ağaca kadar dereceler vardır, insan doğasında bulunan istidatlar daha da fazladır.” Ağaç benzetmesi, insan doğasındaki muazzam potansiyeli ifade etmek için yararlıdır, çünkü okuyucu bir tohumdan tamamen büyümüş görkemli bir ağaca kadar uzanan büyük bir gelişim yelpazesini kolay anlayıp bunu takdir edebilir. Bu benzetme, ayrıca, ağaç gibi doğal bir nesnede ve buna bağlı olarak yaratılan tüm formlardaki muazzam gelişimi vurgulamaktadır.

Bu doğal potansiyelin tüm insanlar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Yani, bu dünyadaki her birey, bir ’ağaç’ olma potansiyeline sahip bir tohum olarak görülmektedir. İnsana olan bu yaklaşım, herkesin büyümesi ve potansiyelini gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu fırsatlara sahip olması gereken bir platform ortaya çıkarıyor. Bu da ancak insan haklarının da korunduğu barışçıl bir ortamda mümkündür. Nasıl ki bir tohum, uygun ortam olmadan büyüyemezse, hiçbir insan da huzurlu ve adil bir ortamda olmadan büyüyüp gelişemez.

İnsanlar ve diğer canlılar arasındaki ortak potansiyel, aynı zamanda insan ve çevre arasında gerçek bir bağ oluşturmaktadır, çünkü kişi empati duygusunu besleyecek şekilde bir ağaç veya başka bir bitki yaşamıyla özdeşleşir. Potansiyellerini ortaya çıkarma özgürlükleri engellenirse veya daha kötüsü yok edilirse, her insan mahvolur. Aynı şekilde, benzer bir potansiyele sahip olan bir ağacın istidadını fark etmediğini ve geliştiğini görmek, insan kendi potansiyelinin engellendiğini görüyormuşçasına acı verici olacaktır. Çevrenin, insanların ihtiyaç ve arzularıyla örtüştüğünün görüldüğü bu tür güçlü analojiler, çevreyi korumak için harekete geçilmesi gereken tartışmaların çok önemli bir parçasını teşkil etmektedir. İnsandaki muazzam istidadı vurgulamak, sınırlı ekolojik faydalar sağlıyor gibi görünebilir, ancak bu istidat çevreyle bu kadar yakından bağlantılı olduğunda, çevrenin algılanma biçimini değiştirmektedir.

Çevreye yönelik bir değerlendirme, yalnızca bu güçlü analojiler yoluyla ortaya çıkmaz. Tıpkı insanlar gibi, tüm mahlukatın da doyurulmayı bekleyen potansiyel bir ihtiyacı olduğu anlaşılmaktadır. Said Nursi’nin işaret ettiği gibi, bütün mahlukat, ’büyük bir çaba ve gayretle istidatlarını inkişaf ettirme’ sürecinden geçer.  Bu istidadı inkişaf ettirme ilkesi tüm kâinatta görünür ve her şeyin doğal görevini yerine getirme şevki ve zevkini yaşama fırsatı verildiği yer olan ilahi uygulama ’sünnetullah’ olarak anılır. Canlı ve cansız tüm varlıkların tattığı zevk, içlerine derç edilmiş olan istidat ile görevlerini yapabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bütün varlıklara verilen şey, onları görevlerini hevesle yapmaya teşvik eden bir ’ücret’ gibidir.

Said Nursi, tohumların bile yeşerip filizlenerek vazifelerini yerine getirmek için tabii bir iştiyaka sahip olduğunu şu şekilde anlatır: “Dar bir yere hapsedilmiş bir kimse, bahçeye veya açık alana çıkmaya öyle bir hasret çektiği, öyle bir iştiyakla arzuladığı gibi, tohumların da aynı filizlenme vazifelerini yerine getirmeye öyle iştiyakları vardır.”  Bir tohumun bu şekilde kişileştirilmesi, sadece insana değil, tüm canlılara karşı duygular aşılaması dolayısıyla muazzam güçlüdür. Bu, normalde ilahiyat eserlerinde yer almayan bir yaklaşımdır, ancak yapıldığında zorlayıcı bir durum oluşturur. Bu görüş, kabiliyet ve istidatlarını gerçekleştirmeye can atan varlıklar olarak görüldüklerinden, herhangi bir kişinin veya şeyin haklarını ihlal etmeyi çok daha zorlaştırır.

Tüm yaşam formlarında var olan potansiyel kabiliyetlerin tartışılması, tabii olarak tüm varlıkların doğasında var olan değer kavramını ortaya çıkarmaktadır.

Değer/Kıymet

İslam geleneğinde Allah’a dair bilgiye yani Marifetullah’a erişmek, imanın en önemli özelliklerinden biri olarak görülmektedir. Buna Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti işaret etmektedir: “Ben cinleri ve insanları, ancak (sadece) (Beni bilip) ve Bana ibadet etmeleri için yarattım.”  İbadet etmek birinci gaye olarak verilirken, müfessir Ali Ünal (d. 1955), ibadetin sınırları içinde Allah bilgisi ve Allah sevgisinin bulunduğunu açıklar. Yani, ibadet eyleminden önce Allah bilgisi ve sevgisi yoksa, Allah’a ihlasla bir ibadet gerçekten mümkün değildir. Bundan dolayı, İslam tarihi boyunca Allah’a dair bilgiye, marifetullah’a nasıl erişileceğine dair yazılmış geniş bir literatür vardır. Bu amaçta mahlukat, varlıklar, özellikle de tabiat, Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtması bakımından çok önemli bir rol oynamaktadır. Kainattaki her şey, Marifetullah’a ulaşmayı kolaylaştırdıkları için araçsal bir değere sahiptir. Bu yaklaşım, yaratılanların Yaradan’a bağlanmasını sağlar ve çevreye bakış açısını güçlü bir şekilde etkiler ve belki de tamamen değiştirir.

İslam teolojisinde, Allah bu kâinatın özünden değildir. O bedensizdir ve yarattıklarından hiçbirine benzemeyen bir öze sahiptir. Kuran’da Allah’ın doğasına ilişkin meşhur “Hiç kimse O’nun gibi değildir.” ifadesi İslam teolojisine yüzyıllardır hakim olmuş bir ifadedir: “O’nun doğası hakkında aklınıza ne gelirse, Allah ondan farklıdır.” Önde gelen bir İslam ilahiyatçı olan İmam et-Tahavi (ö. 935) şöyle der: “Hayal O’na erişemez, akıllar O’nu idrak edemez ve yaratıklar O’na hiçbir benzerlik taşımazlar.” Allah’ın Kuran’da bize tanıtılan tek yönü Allah’ın isimleridir – “Allah - O’ndan başka ilah yoktur; Güzel isimler (esma-i hüsna) O’nundur.”

Bundan dolayı, bilinemez olan Allah’ın zatıdır, Allah’ı bilmek O’nun isim ve sıfatlarını takdir etmekle mümkündür. “Allah’nın yaratılanlarla ilişkisi, "O’nun güzel isimleri" ile düşünülür ki bu Esma -i Hüsna fenomenal dünyanın dayandığı sütunlardır.”  Allah’ın isimleri, başka türlü aşkın olan bir Allah’ı tasavvur etmek, kavramsallaştırmak ve anlamak, O’nunla ilişki kurma fırsatı elde etmek için önemli bir araçtır. İnsanoğlunun, “Yaradanın kendi suretinde" ya da kelimenin tam manasıyla "O’nun suretinde” yaratılmış olduğundan, yaratılanlar içinde insanların bilhassa önemli bir yere sahip olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca, Kur’an’ın “Sonra onu bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi.” ayeti müfessirler tarafından, insanın Allah’ın isimlerine ayna olmak için en büyük potansiyele sahip olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Allah’a ilahî isimler aracılığıyla bu şekilde bağlanma kavramı, Gazali’nin (ö. 1111) eserinde de yaygın olarak vardır. Gazali, Allah’ı tasavvur etme yolunun, O’nun isimlerini insanlar üzerindeki tecellileriyle anlamaktan geçtiğini belirtir: “İnsanın (bu isimlerle) vasıflandırılması, O’ndan bahsedilebilecekleri ölçüde tasavvur edilebilir.” İnsanlara, Allah’ın isimlerini müşahede ederek ve aynı zamanda Allah’ın isimlerini aynalayabilen en kapsamlı varlık olarak algılama ve anlama kabiliyeti verilmiştir.

İnsana dair bu yaklaşım, doğal olarak, her insanın ’O’nun suretinde’ yaratıldığına göre, bütün insanların en büyük kıymete sahip olduğu düşüncesine götürür. Böyle bir dünya görüşüne sahip olmak, tüm bireylerin haklarını yerine getirme ve sosyal adaletin en iyi şekilde tesis edilmesini ve uygulanmasını sağlama arzusuna yol açar.

Kur’an, ayrıca, Allah’ın Güzel İsimlerini, kâinatta ve yerde çekilen tesbihler olarak ifade eder: “O Allah ki yaratandır, mukaddes yapandır, şekil verendir. Bütün Güzel İsimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih etmektedir. O, mutlak kudret sahibidir, Hakîm’dir.” Allah’ın isimlerinin tecellileri, tabiatta gözle görülür işaretler şeklinde meydana gelmektedir.  İlginç bir şekilde, Kur’an-ı Kerim, ayet kelimesini hem Kuran’ın gerçek ayetleri için hem de Allah’ın düşünen insan aklı için doğal dünyaya yerleştirdiği işaretlere atıfta bulunmak için kullanmaktadır:

...Yeryüzünü yayıp döşeyen, orada sabit dağlar ve (akan) nehirler var eden, her meyveden çift çift yaratan O’dur: Geceyi gündüzün üzerine bir perde gibi çeker. Bakın, bütün bunlarda sistemli düşünen kimseler için hiç şüphesiz ibretler, işaretler, deliller (ayetler) vardır.

Tabiat ve çevre, Allah’ın ve kâinatın (özellikle doğal çevre) işaretlerini içerir, insanlığı ve Allah’ı bağlayan üçüncü unsur olarak hareket eder. Gazali’nin belirttiği gibi, Allah insana “kâinatta bulunan her türlü şeyi bir araya toplayan küçük bir fihriste sureti”  vermiştir ki, kâinat bir ayna vazifesi görsün, içindeki bütün cisimler Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtsın ve tecelli ettirsin. Bu noktada, Said Nursi, tek bir canlının Allah’ın yirmi kadar ismini tecelli ettirdiğini veya yansıttığını söyler. O’nun en büyük yaratıcılığının sergilendiği ve insanlar tarafından şahit olunduğu yer tabiattır. Bu da yeryüzünü, üzerinde yaşayanlarla ve ekolojik ortamıyla Allah’ın isimlerinin en büyük aynası ve dolayısıyla O’nu tanımanın en önemli kaynağı haline getirmektedir. Bu, kâinatın ilahi planı içinde yeryüzünü ve hayat formlarını ve insanın Allah ile ilişki kurma kapasitesini son derece değerli kılar.

Bu bağlamda, çevre de dahil olmak üzere hayat, Allah’ın değerli sanat eserlerini sergilediği bir arenadır. Bu teolojik bakış açısı, Sanatkâr Yapıcı olan Allah’a karşı bir saygı gösterisi olarak sanatın değerli olması ve hayatın korunmasını desteklemektedir. Ünlü mutasavvıf ve şair Yunus Emre’nin (ö. 1321) ifadesiyle “Yaratılanı Yaratan için severiz.”. Yaratan’ın mahluku olmanın bir sonucu olarak içsel bir değere sahip olduğu için, tüm yaratılana karşı doğal bir insan yakınlığı vardır. Bu, Kur’an-ı Kerim’in kâinat ve insan arasındaki münasebetini kuvvetlendirerek, Allah’ın isimlerini yansıtma veya tecelli ettirme görevini yerine getirdiği için her şeyi kutsal kılmaktadır.

Yaratılana, mahlukata bu gözle bakıldığında, tanık olunan şey kolay kolay yok edilebilecek kıymetsiz bir şey olmaktan çıkar ve böylelikle huzur insanın içinde olmasını istediği doğal bir hal olur. Ağaç artık “Ahşap bir iskelet değil, Allah’ın yarattığı bir sanat eseridir.” ve çiçek artık yok edilebilecek bir doğal varlık değil, bakana Yaratıcının Güzelliğini hatırlatan güzel bir varlıktır. Tüm mahlukatın değeri, "Yedi gök ve yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder: O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur..." diyen Kur’an ayetiyle daha da desteklenir. Yani, herkes ve her şey kendi tabiatı ve özelliğine göre Allah’ı tesbih etmekte ve bu onları Allah’ın değerli mahlukatı yapmaktadır.

“Allah güzeldir ve güzeli sever.” hadisi bunu daha da pekiştirmektedir. Allah, Kendisini, güzelliği seven ve dolayısıyla kâinatı seven olarak tanımlamaktadır. “Dolayısıyla, kâinattan daha güzel bir şey yoktur.” Allah’ın kâinatı sevdiğini bilmek, insanoğlunun da kâinatı sevme ve dolayısıyla ona değer verme konusunda doğal bir eğilimine yol açar. Yaratılmışların (insan, hayvan ve bitkiler) Allah’ın yaratıcılığını sergilediği ve Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan bir ayna olduğu için korunması gerekmektedir. İnsanlar öldürüldüğünde, hayvanların nesli tükenip yok olduğunda ve çevre zarar gördüğünde, gelecek nesilleri Allah’ı daha derinden tanıma fırsatından mahrum bırakmış oluyoruz.

İstidat ve kıymet kavramları, özünde, tüm mahlukatın birbiriyle irtibatlı olduğu ve birbirine muhtaç olduğu ve her şeyin birbirine bağlı bir gayesi olduğu fikriyle bağlantılıdır. Bu fikir, çevreyi korumak için adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barışı sağlamaya yönelik bir eylem çağrısını desteklemektedir.

Birbirine Bağlı Gaye

Kur’an kozmolojisinde gaye çok önemli bir rol oynar ve bu gaye yaratılmışların istidadı ve değeri ile bağlantılıdır. Kur’an, “Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun ve eğlence için yaratmadık. Biz onları ancak bir amaç için yarattık…” diyor. Her şeyin bir amacı vardır ve o amaca hizmet etmek onu değerli kılar. İslam teolojisinde, Allah’ın yaratma planı, tıpkı insanların birbirine bağımlı topluluklar geliştirmesi gibi, flora ve fauna ekosistemleri kurarak birbirine bağlı bir yaşam tasarımını ortaya çıkarır.

Hüseyin Nasır’ın (d. 1933) daha önceki çalışmalarının ardından, İslami çevre düşüncesi alanına yönelik attığı en önemli adımlarından biri gerçekten de onun öğretisi ve hayvanlara ilişkin tutumu olmuştur. Kur’an açıkça ekolojik sistemler içinde var olan canlılardan bahseder: “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı, iki kanadı üzerinde uçan hiçbir kuş yoktur ki, onlar sizin gibi topluluklardır.”  Hayvan türleri ile insan topluluklarının karşılaştırılması önem arz etmektedir. İnsan toplulukları, birbirine bağlı çok sayıda bireyden oluşan karmaşık sistemler olduğundan, bu karşılaştırma modern ekosistem kavramına işaret etmektedir. "Sizin gibi topluluklar" ifadesi, ekosistemleri insan topluluklarıyla aynı ligde konumlandırır. "toplulukların” çoğul ekiyle ifade edilmesi, aynı anda var olan ve bağımsız birçok ekosistem olduğu sonucuna götürür. Ekosistemlere karşı sorumlu davranmak ve onların zarar görmesini veya yok olmasını önlemek için çaba sarf etmek, Kuran’ın yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşı genel yasağının bir parçası olarak görülebilir.

İslam, tüm canlıların hayatını değerli görürken ve ekosistemleri korunmaya değer topluluklar olarak kabul ederken, insan hayatına daha yüksek bir mertebe atfeder. Erkekler ve kadınlar, doğuştan iyiliği tanıma ve erdeme saygı gösterme istidadıyla yaratıldıkları için, insanlar ‘nimetlerle şereflendirilmişlerdir’, “And olsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler sunduk; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”. İnsanlar, ‘Allah’ın kendisini model aldığı sağlam bir tabiat (fıtratı)’ ile yaratılmaktadır. Nihai olarak, insanlar, emir verme gücü ve imtiyazıyla ‘yeryüzünde halife’ olarak yaratılmıştır. İnsanlar, yeryüzünde sadece barış ve sosyal adalet yoluyla başkalarının haklarını korumakla yükümlü değiller, aynı zamanda doğal dünyayı da korumakla yükümlüler, böylece yeryüzünün düzenini, mizanını veya güzelliğini tahrip ederek bozulma meydana gelmesin. Kuran ne zaman insanlara sorumluluk yüklerse, bu sorumluluğun gereğini yerine getirme zorunluluğunu ve bunun sonucunda Allah’a hesap verme sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, insanlar diğer canlılara ve çevreye nasıl davrandıkları konusunda yargılanmayı beklemelidir.

İstidat ve kıymet tartışmasıyla bağlantılı olarak, tüm varlıkların, dünyada devam eden bir uyum olması için sürdürülmesi gereken birbirine bağlı bir gayesi olduğu kabul edilmektedir. Bu ancak barışla mümkündür. Üç kavramı da birleştiren şey, herhangi bir mahluk veya varlığı aşan İslami uyum ve nizam, denge kavramıdır. Nizam, denge, İslami dünya görüşünde önemlidir ve adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barış sağlamanın anahtarıdır.

İslami Adil ve Ekolojik Açıdan Sürdürülebilir Bir Barışa Doğru

Adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barışı anlamanın kilit noktası, ‘bir şeyi onun için uygun olan yerine koymak’ veya ‘mizan, denklik ve denkleştirme’ olarak tanımlanabilecek İslami bağlamdaki adaleti anlamaktır. Mizan ve dengeyi korumanın önemini vurgulayan ayet şöyledir:

Göğü de (yerden) yükseltti ve ölçüyü O koydu. Tâ ki, teraziyi (haddi) aşmayasınız. Ve tartıyı adaletle yapın ve teraziyi eksik bırakmayın.

Bu ayet, adalet ve dengenin dört unsurunu bir araya getirmekte ve hayatın her alanında denge ve adaletin sağlanması ve sürdürülmesini sağlamada insanın sorumluluğunun olduğunun altını çizmektedir. Bursevi, bu ayeti açıklarken Hz. Muhammed’den alıntı yapıyor: “Peygamber adaletin arzın ve semanın direği olduğunu söyledi.” ve böylelikle bu, yeryüzü ve sakinleri söz konusu olduğunda, denge ve adalet arasındaki güçlü bağı vurgulamaktadır. Kuşeyrî, bu Kur’an ayetini, adaletin hayatın her alanında uygulanması gerektiği şeklinde yorumlar. Kuşeyrî, aynı zamanda, kişinin samimi ve doğru olması gerektiği anlamına geldiğini, yani kişinin dışsal ve içsel olarak eşitliğe sahip olması gerektiği anlamına geldiğini de ifade eder. Bu, kişinin kendi topluluğu içindeki veya dışındaki bireyler için olsun, herkesin haklarının yerine getirildiği sosyal adalette bilhassa önemlidir. Bu nedenle, herkes için adalet sunan barışçıl bir dünya için çabalayarak, kâinatta var olan denge, düzen ve mizanı korumak için samimi bir arzuya sahip olmak gerekir.

Adalet Kuran’da o kadar güçlü bir mevzudur ki şu ayeti İslam dünyasındaki bütün camilerde her cuma hutbesinin sonunda tekrar etmek âdet haline gelmiştir: “Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”

Bu bölümde şunu belirtmekle yetinelim ki, insanoğluna ve hayvanlara adaletli davranılması yüzyıllardır Müslüman ilim adamlarının konusu olmuştur. İslam hukuku ve içtihatlarının büyük bir kısmı muamelat olarak bilinen insani muamelelerle ilgilidir. İnsan hakları ve hayvan haklarının yasal ve etik olarak tartışılması hadislere (Hz. Muhammed’ten rivayet edilen sözler) dayanmaktadır. Hayvanları korumanın böyle bir örneği, Peygamber’in sahabelerinin bir yuvadan yavru kuşları almalarıdır: “Bunları yerlerine geri koyun.”.

Bu tür örnekler, ekosistemler aracılığıyla yeryüzünde var olan adalet, düzen ve dengenin büyük önemini ve bunların sürdürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Said Nursi, adaletin “tüm kâinatın ve bütün varlıkların onunla hareket ettiğinin temel teşkil ettiğini” ve bu nedenle insanoğlunun bu adalete aykırı davranması durumunda kâinatta "öfke ve nefret nesnesi" haline geldiğini belirtir. Bu mizan ve denge, yeryüzünde mikro ve makro düzeyde bulunabilir ve her şey “öylesine hassas bir terazide, o kadar ince bir ölçüyle düzenlenir ve tartılır ki, insan aklı hiçbir yerde hiçbir israf ve beyhudelik göremez”. Mizan, denge ve düzen, Allah’ın Adil isminin bir tecellisi olarak görülmektedir. Bundan dolayı, insan alanında barış ve adaleti yok etmek ve ekosistemi yok etmek, Allah’ın Adil isminin tecellisini çarpıtmak olarak görülebilir ve bu, Allah’a karşı şiddetli bir saygısızlık olur.

Ayrıca, O’nun en cami aynası olan insan, yeryüzünde kurulu olan dengenin bir daha tamir edilemeyecek bir şekilde bozulmaması için, kendisini çevreleyen her şeye adaletli davranarak Allah’ın Adil ismini üzerinde tecelli edebilmesini bilmelidir.

Mahlukata kendi içlerindeki istidat ve potansiyelleri ile bakıldığında, yaratılanlara gösterilen tavır olumlu bir biçimde etkilenir. Yaratılanın yanında Yaratan’ın gözünde de bu kadar büyük bir değere sahip olan tek bir insanın canı artık bu kadar kolay gözden çıkarılamaz. Kur’an-ı Kerim’in “Kim bir nefsi öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Ve kim birini kurtarırsa, sanki bütün insanlığı tamamen kurtarmış gibidir.” ayeti bu görüşü pekiştiriyor. Bir bakıma bu Kur’an ayeti, bireyin inancından veya etnik kökeninden bahsetmeden, tek bir ruhun, tek bir kişinin, tüm insanlığa eşit olduğunu öne sürüyor. Bu, adaleti, tüm insan hayatının kutsal olduğu dünya görüşünün önemli bir parçası haline getirmektedir.

İnsan hayatı sadece tek gaye değildir. Tüm yaratılmışların bir gayesinin, bir kıymetinin ve gerçekleştirilecek, inkişaf ettirilecek bir istidadının, bir potansiyelinin olduğu görülmektedir. Bütün hayat, bu kıymeti ve istidadı ifade etmenin bir yoludur. Böyle bir teolojik anlayış, insanlar ve yeryüzündeki diğer tüm canlılar için adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barışın tesis edilmesi için gerekli temeli sağlayacaktır.

Sonuç

Üç kavramı – istidat, değer ve birbirine bağlı amaç – inceleyen bu İslami teolojik değerlendirme, tüm sakinleri ve ekosistemleriyle yeryüzünün, Allah’ın insanlar için istidat ve kabiliyetlerini inkişaf ettirme, gerçekleştirme, değerlerini elde etme ve gayelerine erişme planının içsel bir parçası olduğunu göstermektedir. Bütün insanlıktaki istidadı görmek, barış ve adaleti tesis etme arzusunu doğururken, çevredeki, tabiattaki istidadı görmek ise çevreye karşı bir yakınlık ve empati oluşturmakta ve çevreyi koruma arayışı doğal bir tepki haline gelmektedir. Mahlukat, yaratılanlar, Allah’ın sonsuz yaratıcılığını gösterirler; tabiatta her şey kendilerine mahsus bir tarzda Allah’a ibadet eder. Ayrıca, sadece insanoğlu değil, hayvan türleri de ekosistemleriyle birlikte topluluklar oluşturur ve oluşturdukları bu topluluklar içinde barış içinde yaşama haklarına sahiptirler.

İnsanlara, mahlukatın geri kalanı üzerinde halife olabilmesi için zekâ, marifet, hüner, meziyetler, istidatlar bahşedilmiştir. İnsandaki bu güçler ve meziyetlerle birlikte, tüm canlılara ve tüm çevreye davranışında mesuliyet ve hesap verebilirlik durumu da vardır.  Bundan dolayı, yeryüzündeki tüm yaşam formları son derece değerli olarak korunmalıdır ve bu korumadaki sorumluluk insanların sırtına yüklenmiştir. Nihayetinde, yeryüzünde adalet, nizam ve dengenin sağlanmasında İslami hesap verilebilirlik kavramı, insanları adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barış kurmakla yükümlü kılmaktadır.

Hizmet Aktivistlerine Tavsiyeler

  1. Bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. İnsan faaliyetinin sadece iklimi değil, gezegenin jeolojisini de değiştirdiği anlamına gelen; Antroposen adı verilen, yeni bir jeolojik çağda olduğumuzun farkına varmalıyız.
  2. İstidat ve kıymet kavramları, özünde, tüm mahlukatın birbiriyle bağlantılı olduğu ve birbirine bağlı olduğu ve her şeye bağlı bir gayesi olduğu fikriyle bağlantılıdır. Bu fikir, çevreyi korumak için adil ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir barışı sağlamaya yönelik bir eylemin sürdürülmesinin İslami bir temelidir.
  3. 3. Müslümanlar, çevreye özen göstermeyi İslam’ın temel bir öğretisi ve gezegendeki her insan için bir sorumluluk olarak görmelidir.
  4. Hepimizin bir karbon ayak izine sahip olduğunu ve dolayısıyla çevre üzerindeki olumsuz etkimizden sorumlu olduğumuzu kabul etmeliyiz. Karbon ayak izimizi aktif olarak azaltmamız gerekiyor. Bunu nasıl yapacağımıza dair internette birçok bilgi var.
  5. Çevreye, yaban hayatına ve dünya iklimine zarar verecek herhangi bir şey gördüğümüzde sosyal medya platformlarında sesimizi yükseltmeliyiz. Çevreye faydalı herhangi bir  iş gördüğümüzde de olumlu bir tepki göstermeliyiz.
  6. Gönüllüysek veya bir toplum kuruluşuyla ilişkiliysek, kuruluşun karbon ayak izini azaltmak için bir çevresel sürdürülebilirlik planı oluşturulmasını talep etmeliyiz.
  7. Mümkünse sürdürülebilirlik odaklı organizasyonlarda yer almalı ve onları finansal olarak desteklemeliyiz.
  8. Seçimlerde oy kullanırken siyasi partilerin çevre ve iklim değişikliği politikalarını kontrol etmeli ve geçerli bir stratejisi olanlara oy vermeliyiz.

Kaynaklar

  1. Al-Adl (The Just). ’Questions on Islam.’ https://questionsonislam.com/article/al-adl-just (accessed July 10, 2019).
  2. Baskel, Zekeriya. Yunus Emre: The Sufi Poet in Love. Lanham: Blue Dome Press, 2013.
  3. Bursawi, Ismail Haqqi. ’Ruhu’l-Bayan’ [The Spirit of the Commentary]. http://www.altafsir.com/index.asp (accessed September 1, 2019).
  4. Chittick, William. Sufism: A Beginner’s Guide. Oxford: Oneworld Publications,2008.
  5. Folz, Richard. Animals in Islamic Traditions and Muslim Cultures. London: Oneworld Publications: 2014.
  6. Ghazzali, Abu Hamid. Ninety-Nine Names of God in Islam. Translated by RobertCharles Stade. Ibadan: Daystar Press, 1970.
  7. Hedges, Chris. What Every Person Should Know About War. New York: Free Press, 2003.
  8. Kamali, Mohammad Hashim. Principles of Islamic Jurisprudence. Cambridge: The Islamic Texts Society, 2011.
  9. Kuspınar, Bilal. ’Justice and Balance in Creation.’ In Justice and Theodicy in Modern Islamic Thought, edited by Ibrahim M. Abu-Rabi’, 227–240.
  10. Farnham: Ashgate, 2010.
  11. Leaman, Oliver. The Qur’an: An Encyclopedia. London: Routledge, 2006.
  12. Masri, Al-Hafiz Basheer Ahmad. Animal Welfare in Islam. Markfield: The Islamic Foundation, 2016.
  13. Mentak, Said. ’The Tree.’ In Islamic Images and Ideas: Essays on Sacred Symbolism, edited by John A. Morrow, 124–132. USA: McFarland & Inc. Company Publishers, 2014.
  14. Mishkat al-Anwar, edited and translated by David Buchman as The Niche of Lights. Provo, UT: Brigham Young University Press, 1998.
  15. Nursi, Said. The Flashes Collection. Translated by ¸Sükran Vahide. Istanbul: Sözler, 1995.
  16. Nursi, Said. The Words. Translated by ¸Sükran Vahide. Istanbul: Sözler, 1993.
  17. Qurtubi, Abu _Abd Allah. ’Tafsir Li Jami Ahkami’l Qur’an’ [The Collection of Qur’¯anic Injunctions]. http://www.altafsir.com/index.asp (accessed September 1, 2019).
  18. Qushayri, ’Abd al-Kar¯ım. ’Lata’if al-Isharat’ [Subtleties of the Illusions]. http:// www.altafsir.com/index.asp (accessed September 1, 2019).
  19. Razi, Abu _Abd Allah Muhammad. ’Mafatihh al-Ghayb’ [The Keys to the Unknown]. http://www.altafsir.com/index.asp (accessed July 15, 2019).
  20. Şimsek, Cüneyt. ’The Problem of Animal Pain: An Introduction to Nursi’s Approach.’ In Justice and Theodicy in Modern Islamic Thought, edited by Ibrahim M. Abu-Rabi’, 111–134. Farnham: Ashgate, 2010.
  21. ’Social Justice Resource Centre.’ https://socialjusticeresourcecenter.org/factsand-figures/ (accessed September 1, 2019).
  22. Tabari, Muhammad ibn Jarir. ’Tafsir al-Tabari’ [Tafsir of Tabari]. http://www.altafsir.com/index.asp (accessed September 1, 2019).
  23. Al-Tahawi, Ahmad ibn Muhammad. The Creed of Imam al-Tahawi. Translated by Hamza Yusuf. USA: Zaytuna Institute, 2007.
  24. Tlili, Sarra. Animals in the Qur’an. Cambridge: Cambridge University Press,2012.
  25. Turner, Colin. The Qur’an Revealed: A Critical Analysis of Said Nursi’s Epistles of Light. Berlin: Gerlach, 2013.
  26. Unal, Ali. The Qur’an with Annotated Interpretation in Modern English. Somerset, NJ: The Light, 2006.
  27. Yucel, Salih. ’Said Nursi’s Approach to the Environment: A Spiritual View on the Book of Universe.’ The Islamic Quarterly 55, no. 1 (2011): 1–17.
  28. Zalasiewicz, Jan, Mark Williams, Alan Haywood, and Michael Ellis. ’The Anthropocene: A New Epoch of Geological Time?’ Philosophical Transactions of the Royal Society A 369 (2011): 835–1111.

Biyografi

Züleyha Keskin, Charles Sturt Üniversitesi İslami Araştırmalar ve Medeniyet Merkezi’nde Kurs Müdürüdür. İslami maneviyat ve çağdaş İslami çalışmalar üzerine dersler veren kıdemli bir öğretim görevlisidir. Züleyha Keskin aynı zamanda Avustralya İslam Araştırmaları Dergisi’nin yönetici editörü ve Avustralya İslam ve Müslüman Araştırmaları Derneği’nin (AAIMS) Başkan Yardımcısıdır. Araştırma ilgi alanları iç huzur, İslam maneviyatı ve İslam teolojisinin çağdaş meselelerle kesişimini içermektedir. Zuleyha Keskin, Contesting the Theological Foundations of Islamism and Violent Extremism (2019), Reasons of Radicalization: Theological Arguments as the Ultimate Trigger (2019), Theologisation of Volunteerism: An Islamic Perspective (2019) ve Said Said Nursi’nin Tevhid Merkezli Dünya Görüşü ve İç Huzuru (2019) gibi çeşitli kitaplar, kitaplara bölümler ve makaleler yazmıştır.

Mehmet Özalp, Charles Sturt Üniversitesi’nde İslam Araştırmaları Doçenti ve kurucusu olduğu İslam Araştırmaları ve Medeniyeti Merkezi’nin (CISAC) Müdürüdür. ISRA’nın (Avustralya İslami Bilimler ve Araştırma Akademisi) kurucusu ve İcra Direktörüdür.  CISAC ve ISRA, 2011 yılında lisans ve lisansüstü düzeyde İslami İlimler derslerine öncülük etmiştir. Mehmet Özalp, Avustralya İslam Araştırmaları Dergisi’nin baş editörüdür. CSU’ya bağlı stratejik araştırma merkezi Kamu ve Bağlamsal Teoloji’nin (PACT) yürütme kurulunda görev yapmaktadır. Sidney Üniversitesi’nde İnsan Araştırmaları Etik Komitesi’nde görev yapmaktadır. Mehmet, Eğitimde Avustralya Bluestar Ödülü (2011) ve Charles Sturt Üniversitesi Profesyonel Mükemmellik Ödülü (2012), Avustralya Yılın Müslüman Rol Modeli ödülü (2012) ve Avustralya Müslüman Yaşam Boyu Başarı Ödülü (2018) ile ödüllendirildi. Şu kitapların da dahil olduğu yirmi sekiz yayının yazarıdır: İslam Hakkında Sorduğunuz 101 Soru, Modern Dünyada İslam ve Gelenek ile Modernite Arasında İslam: Bir Avustralya Perspektifi, İslam’da Tanrı: Klasik İslam Teolojisinde ve Risele-i Nur’da Tevhid Kavrami.